Tarık Çelenk yazdı: Bilim ve sanatta Ruslar neden bizden ileri?
Uzun süredir dünyada demokrasi idealine dair ciddi bir umutsuzluk hâkim. Zaten demokrasinin yaklaşık 100 yıllık uygulama tarihi, insanlık tarihi içinde artık belirleyici bir uzunluk ifade etmiyor. Otokrat ve popülist liderlerin yükselişi, adeta Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezini tersinden doğruluyor. Sosyal bilimlerde artık “hangi tür otoriterlik kalkınma ve refah getirir?” sorusu daha fazla tartışılıyor. Çin, Hindistan ve Güney Kore örnekleri bu bağlamda sıkça öne çıkıyor.
Geçtiğimiz hafta, orman yangınları gündeminde Rus yangın söndürme uçaklarının etkinliği tartışılıyordu. Dikkatimi çeken, Sovyet enkazı üzerinde yükselmiş ve otoriter bir devletçilikle yönetilen Rusya’nın, bu tür hassas alanlarda bile hâlâ bir üretim referansı olabilmesiydi. Uzay bilimleri, savaş teknolojisi ve yazılım gibi ileri teknolojilerde, Sovyetler ve Çarlık mirasını taşıyan Rusya, hâlâ Batı ile rekabet edebilir durumda. Sadece Çin ve Güney Kore değil, Rusya da —biz hariç— Daron Acemoğlu’nun son dönem tezlerini fiilen zorlayan ülkeler arasında. Bu arada karşı argüman olarak ileriye sürülebilecek “enerji kaynakları” tezi sürdürülebilir otokrasiyi izah edebilse de Rus bilim ve sanat üstünlüğü gerçekliğini izah etmekte yetersiz gözükmektedir.
Bu ilgim beni, Putin’in de katıldığı büyük bir konser salonunda Rus millî marşının söylendiği ana götürdü. Aleksandr Aleksandrov’un 1939’da bestelediği, Sovyet döneminden değişmeden kalan bu marş, hem duygusal hem de sürükleyiciydi. Bir an durup düşündüm: Acaba Rus liderler, bu romantik ve epik marşın ruhaniyetiyle mi binlerce genci savaşa ve ölüme sürükleyebiliyorlar? Putin sahnedeydi; çevresinde papazlar, müftüler, çiftçiler, öğrenciler ve sanatçılar vardı. Bu sahne, ölümün bu kadar kolay olduğu ülkede bana derin varoluşsal ve vicdani sorgulamalar yapan Tolstoy, Dostoyevski, Çaykovski, Rimski-Korsakov ve Musorgski gibi büyük Rus sanatçıları hatırlamama kapı açtı.
Anneannemin anlattığı Rus işgali anıları, dedemin Sarıkamış’ta Rus ordusunun teknolojik üstünlüğüne dair gözlemleri; Sarıkamış’taki Katerina Sarayı’nın mühendisliği ve 40 yılı aşkın Kars işgalinden kalan Rus-Ermeni taş bina işçiliği zihnimde canlandı.
Biz Ruslardan askeri açıdan oldukça mustarip olduk. Sadece Rusları Purut’ta 1711’de Baltacı Mehmet Paşa ile kötü sıkıştırdık. Baltacı’nın yanındaki İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ın aşırı ısrarına rağmen Baltacı, Rusların üstüne gitmeyince o tarihsel fırsatı kaçırdık. Şarl “bırakma bunları, sonraki yıllarda geri döner, sizi perişan ederler” diyordu. Nitekim sonradan geri de döndüler. Ordunun başındaki Büyük Petro’nun eşi tombul ve çirkin Litvanyalı Katerina, kocası Petro’nun tüm altın ve mücevherlerini Baltacı’ya rüşvet verince Baltacı da yerli ve milli hastalığımızın bir nişanesi olarak bu rüşveti kişisel kabul edince -ki sonra boynu vuruldu- Ruslar tarihin eşiğinden dönmüş oldular.
Ve o temel soruya bir kez daha döndüm: Çarlık, Sovyet ve Putin dönemi dahil olmak üzere, Rusları bilim, sanat ve kültürde bizden üstün kılan neydi?
Oysa iki halkın sosyolojisi ve tarihi büyük benzerlikler taşıyordu. Putin bile bir konuşmasında “Aslında biz Tatar İmparatorluğu’nun, yani Cengiz Han mirasının devamıyız” demişti. Ancak onlar Turani bizler ise Rumi idik. Her iki toplumda da yaşatmak değil, devlet ve ölüm kutsaldır; güçlü bir merkez arayışı-varsayımı tarih boyunca ortak bir duygu olmuştur. Bireyin değil........
© Medyascope
