Selim Kuneralp yazdı – Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye raporu: Gerilemeye devam
Avrupa Birliği Komisyonu’nun yıllık Türkiye Raporu, diğer bütün aday ülkelerininkilerle birlikte 4 Kasım günü yayınlandı. Anlaşılır sebeplerle ülkemizde hiçbir ilgi ve heyecan uyandırmadı. Bu satırları yazmaya başladığım 5 Kasım akşamı ve sonraki günlerde görebildiğim kadarıyla hiçbir TV kanalı konuyu ele alan açık oturum düzenlememişti. Sosyal medyada da rapor hakkında yoruma rastlamadım. İç gündemimizin yoğunluğu bir önemli nedendir, şüphesiz. Ancak daha önemlisi, üyelik perspektifinin gözle görülür bir zaman için uzaklaşmış olması, bu durumun başlıca izahı sayılmalıdır.
114 sayfayı bulan ve bence her zamanki gibi profesyonelce kaleme alınmış olan raporu incelerken aklım 1998 yılında yayınlanan ve o zaman “İlerleme” olarak adlandırılan ilk rapora gitti. İlerlemeden kasıt, malum, AB mevzuatına ve üyelik koşullarının yerine getirilmesine doğru ilerlemeydi.
Oysa ilk rapor yayınlandığında Türkiye resmen aday bile değildi. Birkaç ay önce, Aralık 1997’de yapılan AB Lüksemburg zirvesinde bizden başka tüm aday adaylarına adaylık statüsü tanınmış, bir tek biz, Almanya’nın Hristiyan Demokrat Şansölyesi Kohl’un baskısı üzerine kenara itilmiştik. Ancak Lüksemburg zirvesinden birkaç gün sonra dönem başkanlığını devralan ve kendine mahsus nedenlerle ülkemizi üye yapmak isteyen Birleşik Krallık, yetkilerini kullanarak Komisyon’dan aday ülkelerle birlikte bizim hakkımızda da İlerleme Raporu hazırlamasını istemişti. Hatta rapor yayınlandıktan kısa bir süre sonra görüştüğüm ve hâlâ dostluğumuz devam eden zamanın İsviçre Büyükelçisiyle durumu değerlendirirken, Komisyon’un İsviçre hakkında rapor yazmadığını, buna karşılık bizim hakkımızda yazdığına dikkat çektim. Cevaben espri olarak “biz mükemmeliz, o nedenle bizim hakkımızda ilerleme raporu yazmazlar” demişti. Ben de yine şakayla karışık, ömrümün önemli bir bölümünü geçirdiğim ülkesinin mükemmel olduğunu bildiğimi, ancak rapor yazılmamasının sebebinin o değil, İsviçre’nin aday olmaması olduğunu söyledim.
O sıralarda Dışişleri Bakanlığında AB Genel Müdürüydüm. Raporun yayınlandığı gün, zamanın Dışişleri Müsteşarı (2018’de ilga edilmiş makam) rahmetli Korkmaz Haktanır ile istişarelerde bulunmak için Almanya’nın hâlâ başkenti olan Bonn’a gidiyorduk. O zaman tabii internet yoktu. Rapor, uçak değiştirmek için indiğimiz Frankfurt’ta elimize geçti. Korkmaz Bey, Köln’e uçuşun süreceği 30-40 dakika içinde raporu hızlıca okumamı ve görüşümü bildirmemi istedi.
İndiğimizde raporun profesyonelce çekilmiş bir fotoğraf teşkil ettiğini, her kelimesiyle mutabık kalmamızın söz konusu olmadığını, önemli bir maddi hata görmediğimi, Ankara’ya döndüğümüzde tüm ilgili kurumlardan raporun kendileriyle ilgili bölüm hakkındaki görüşlerini isteyeceğimizi söyledim. Nitekim bu işlem sonrasında aldığımız cevaplarda, kayda değer hataya rastlanmadığı, bazı eksikler olabileceği, örneğin planlanmış reformlara yer verilmediği bazı kurumlarca belirtildi. Ben de kendilerine raporun planlanan reformları değil, gerçekleşmiş olanların fotoğrafını çektiğine dikkatlerini çektiğimi hatırlarım.
Dönelim Bonn seyahatimize: Ertesi sabah Korkmaz Bey ile Alman muhatabı eş başkanlığında toplantımıza başlarken, Almanlar “Dışişleri Bakanlığınızın geceleyin iki açıklama yayınladığını” söylediler. İnternet öncesi çağda açıklamalar Almanlara bizden daha hızlı ulaşmıştı. İlk açıklama Latin Amerika’da seyahatte bulunan Bakan İsmail Cem tarafından raporu genelde olumlu bulan bir metin, ikincisi ise yokluğunda ona vekalet eden AB karşıtlığıyla ün salmış Bakan vekili Gürel tarafından raporu yerden yere vuran tam zıttı bir metindi.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein