menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı: Demirtaş ve kötülüğü hatırlamama

16 4
previous day

Selahattin Demirtaş’ın 31 Ekim tarihli yazısı, uzun süredir sessizliği seçmiş bir muhalefet figürünün sıradan bir siyasi yorumundan çok daha fazlası. Bu metin, bir bakıma barışın kırılganlığına, hafızanın ağırlığına ve uzun süredir birlikte yaşayıp da birbirinden uzak düşmüş halklar arasında güven inşa etmenin zorluğuna dair etkileyici bir kayıt. Demirtaş, yeni yasalar çıkarmanın ya da reformlar yapmanın — her ne kadar gerekli olsa da — tek başına barışı getirmeye yetmeyeceğini vurguluyor; özellikle de Kürtler ve Türkler arasında. Önerdiği şey, çok daha derin ve aslında çok daha zor: tanıma, saygı ve güven üzerine kurulu toplumsal bağın yeniden inşası.

Örneğin, hem Türk hem de Kürt gençlerin, Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun dört bir yanından gelip hayatlarını kaybeden askerlerin son ikamet yeri Çanakkale Mezarlığı gibi, ortak ulusal fedakarlık alanlarını ziyaret etmeleri ve kendi dillerinde saygılarını sunmaları yönündeki önerisi üzerinde düşünmeye değer. Bu, res publica’yı – yani ortak şeyi – çoğulcu ve çok dilli bir belleği kucaklayacak şekilde genişletme çağrısı. Söz konusu olan, asimilasyon veya unutma meselesi değil; aksine, dil veya etnik köken fark etmeksizin kaybedilen her canın, yasını ortaklaşa tutabilen bir hafızayı yeniden kurmak Bu, cumhuriyete can veren Türk genci için ağlayan Kürtçe konuşan bir büyükannenin veya onyıllardır süren iç çatışmada kaybettiği Kürt genci için ağlayan Türkçe konuşan bir annenin paylaştığı derin ve bastırılmaz insani kederi tanımaktır.

Bu sembolik jestle Demirtaş, aslında yeni bir tür ortak yas tutma biçimi öneriyor: Geçmişle yüzleşmeyi değil, geçmişi birlikte anlamayı sağlayan bir hatırlama biçimini. Basit, “naif”, neredeyse şiirsel bir jest – ama derin bir ağırlık taşıyor kanımca.

Doğal olarak, bu metin çeşitli şekillerde yorumlandı. Örneğin Ruşen Çakır, bu yazının Demirtaş’ın siyasi sahneye geri dönüşünün işareti olduğunu öne sürdü. Demirtaş dokuz yılı aşkın süredir hapiste; orada, bir su ısıtıcısı ve birkaç eşyasıyla dünyayla bağını korumaya çalıştı. Bir dönem siyasetten tamamen çekileceğini, artık siyasi açıklamalar yapmayacağını da duyurmuştu. Dolayısıyla bu yazı, uzun bir sessizlikten sonra gelen bir dönüş işareti olarak okunabilir ebette.

Öte yandan, hükümete yakın ya da hükümet çizgisinde duran bazı isimler ise yazıyı çocuksu ya da popülist buldu. Bu isimlerin çoğu, bugün çeşitli medya kuruluşlarının yönetim kurullarında yer alan, iktidarın sıcak gölgesinde lüks içinde yaşayan, bakanların yatlarında seyahat eden, Yunan güneşi altında rahatça vakit geçiren, kısacası iktidara yakınlığın konforuyla konuşanlar. Onların Demirtaş’ın yazısını küçümsemesi şaşırtıcı değil; çünkü bu çevreler, genellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi pozisyonunu açıklamadan önce herhangi bir yorum yapmaktan çekiniyor. Yenilikçi bir düşünce üretmek yerine, daha önce söylenmiş olanı tekrar etmeyi tercih ediyorlar. Bu nedenle Demirtaş’ın yazısındaki asıl önemli ve neredeyse şiirsel jesti anlamalarını beklemek beyhude.

Demirtaş’ın makalesini güçlü kılan şey, toplumsal bağın önemini ısrarla vurgulaması. Ona göre yasalar tek başına güveni, tanınmayı ve saygıyı yaratamaz. Yasalar davranışı dikte edebilir, ihlali cezalandırabilir, ama bir kalbe saygı duymayı veya bir zihne tanımayı emredemez. Kurallar koyabilir ama güve inşa edemez.

Barış ise sadece savaşın ya da şiddetin yokluğu değil; insanların birbirini anlayabildiği, farklılıklarıyla birlikte yaşayabildiği bir toplumsal

© Medyascope