menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kenan Çamurcu yazdı: Edward Said’in “oryantalizm”i için gecikmiş “cringe” (2)

16 1
07.06.2025

Dışlayıcı, ötekileştirici, hoşgörüsüz kesinlikçi akımlara mesafeli davranmayı uygarlığın ilkesi yapmış Batı’da, İslamofobi propagandasıyla kendi kesinlikçiliğini elde tutmayı planlayan Müslüman kurnazlığına, gizlenip saklanma ve rafinasyon fırsatı sundu Said’in “oryantalizm”i. Hep mağdur ve hep haklı olmayı meşrulaştırmaya dönük saçma bir özgüven de.

Batı uygarlığının başkentlerinde o ülkeleri fethetmeyi ve şeriat getirmeyi müjdeleyen gösterilerdeki cüretkârlık, Said’in sosyal bilimlere söylettiği oryantalizm pankartını taşıyor. İnsanlığın özgürlük, demokrasi, siyasi katılım birikiminde zerre katkısı bulunmayan protestocuların dilindeki sömürgecilik ve kolonyalizm, güçlü Batı’nın şarka tasallutuna ilişkin mağduriyet edebiyatını koruma amacıyla dikilmiş çitler. Sömürgecilik ve kolonyalizm nesnel tarihin en saf gerçeği olmasına rağmen İslamcı aktivizmin tüketim nesnesine dönüşünce Batı namına utanılacak geçmiş olmaktan çıkabiliyor.

Sözlüklere göre kolonyalizm, “yerleşke” anlamındaki “colonia” sözcüğünden geliyor. Yani bir bölgenin sömürgeciler tarafından yerleşim yeri haline getirilmesi, kolonileştirilmesi, oraya yerleşilip yaşamın başlatılması. Peki orada daha önce yerleşik olanlar, yani yerliler ne olacak? Kavram onları kapsamıyor. Hatta var olduklarını bile varsaymıyor. Dolayısıyla yeni topraklarda bir topluluk oluşturma süreci, zorunlu olarak, orada daha önce bulunan toplulukları yeniden oluşturmak demek. Ticaret, pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme dâhil kapsamlı bir pratikler silsilesini içerebilir bu.

Müslüman fâtihlerin başka milletlerin topraklarını istila ve işgalinde bu mühendisliğin görülmemesi, kendi sosyo-politik rejimlerini finans edecek haraçtan başkasıyla ilgilenmemelerinden. Emevi halifeleri döneminde gayri Müslimlere uygulanan cizye vergisinden kurtulmak için Müslüman olma furyası başlayınca yeni Müslümanların cizye ödemeye devam etmesi kararlaştırıldı. Hişam b. Abdulmelik’in halifeliği sırasında (724-743) Horasan valisi Eşres b. Abdullah, yeni Müslümanlardan cizye vergisinin kaldırılacağını vaat ettiğinde gelirlerinin azalacağını anlayan köylülerin isyanı üzerine eski uygulamayı sürdürmek zorunda kaldı mesela. (İbn Esir, 1966: 5/147-148). Yani Batılıların şarkiyatçılığında mutlak kötülük bulup Müslüman devletler ve toplumların ahvalinden iyilik, hoşgörü, merhamet öyküleri çıkarmak fazla romantik. Müslüman toplumlarda otokratik idareyi dayatmaya hacet kalmayacak kapasite fazlası hep vardı. Hâlâ var.

Said’in hatası, kolonyalizmi Batılıların Doğu’ya yönelik olanıyla sınırlandırması. Hususen Müslümanlığın fetihlerini. Müslümanlar kendi istilaları için üstelik de ilahi hak tanımlıyor ve şu zamanda bile Batı’yı fethetmeye bileniyor, diş gıcırdatıyor, muhtelif terör eylemleriyle niyet beyan ediyor. Müslümanlar fethettikleri yerlere Napolyon gibi bilim insanlarını götürmediler ve tanımlama işiyle uğraşmadılarsa bu, yaptıkları işi oryantalizm teorisindeki faaliyet türünün dışına çıkarmaz. Bir an evvel kişisel refahı artırmayla meşgul nöro-politik şebekesinde uzun vadeli emperyal planlara vakit ayıracak çaba, uğraş, gayret geninin eksikliğindendir.

Edward Said bir röportajında Napolyon’un 1798’de Mısır’a gelmesinin ilk modern emperyal sefer ve bir kırılma olduğuna dikkat çekmişti. Napolyon o bölgeyi işgal etti ama onunki İspanyolların Yeni Dünya’yı ganimet amacıyla işgal etmesine benzemiyordu. Askerlerden oluşan muazzam ordusunun yanında bilim insanlarını, bitki bilimcileri, mimarları, dil bilimcilerini, biyologları ve tarihçileri de getirdi. Bunların görevi, Mısır’ı her açıdan kayıt altına almaktı. Tabii ki Mısırlılar için değil. Avrupalılar için tasarlanmış bilimsel incelemeler yapacaklardı. Böylece Doğu’yu tanımlama işi, yani oryantalizm başlamış oldu.

1850’ler veya 1860’larda Paris’te ya da Londra’da yaşayan birisi Hindistan, Mısır veya Suriye’yi öğrenmek istese bu ülkeleri serbest zihinle ele alma şansı çok azdı. Çünkü öncesinde bir hayli eser kaleme alınmıştı ve bu organize bir yazım faaliyetiydi. Organize bilim de denebilir buna. Said bu sistematiğe “oryantalizm” diyecek.

Bu birikimde karşımıza sürekli çıkıp duran bir görüntü arşivi söz konusu. Mesela erkek tarafından kullanılmaktan başka işe yaramayan duygusal kadın. Sırlar ve canavarlarla dolu gizemli Doğu. “Doğu’nun harikaları” tabiri, dönemin en bilinen klişesi. Oryantalizm, hepsi birbirinin tekrarı anlatımla örülen politik bir edebiyat.

Said, Fransız şair Gerard de Neval’i örnek veriyor. ‘Orient’e seyahate çıkan bu zatın Suriye seyahati hakkındaki kitabında okudukları ona çok tanıdık geliyor. Sonra anlıyor ki Neval, Edward W. Lane’in Mısırlılar hakkındaki kitabında söylediklerini aynen tekrarlamış. Çünkü Batılının gözünde Doğu hep aynı. Neresi olursa olsun. İster Hindistan, ister Suriye, ister Mısır. Onlara göre Doğu’nun tüm toplumlarında aynı malzeme var.

Böylece zaman üstü bir Doğu tasviri gelişiyor. Sanki Doğu, Batı’nın aksine, gelişmeyip hep aynı kalıyormuş gibi. Said’e göre oryantalizmin problemlerinden biri de bu. Tarihin dışında kalan, durağan, hareketsiz ve ebedi bir Doğu imajı oluşturuyor. Ama bu faraziyenin tarihi olgularla çeliştiği kesin. Aslında Avrupa ideal bir “öteki” oluşturuyor kendine.

Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.

İşin Edward Said’i ilgilendiren kısmı Doğu-Batı ilişkileri değil. Oryantalizmin derin iç ahengi ve Doğu üzerindeki fikirleri. Öyleyse konumuz, uzayıp giden bilimsel konuşmalardan çok daha ileri ölçüde, Avrupa ve Atlantik güçlerinin Doğu üzerindeki kuvvet denemeleri oluyor.

Burada Gramsci’nin “uygar toplum” ve “politik toplum” ayrımı Said’e epey yararlı gözüküyor. Birincisi, akıllı ve zorlaması olmayan bir beraberlik. Diğeri ise ordusu, polisi ve bürokratik sistemi ile ayakta durabilir. Oynadığı rol siyaset olduğundan doğrudan üstünlük kurmakla ilgili. Oryantalizm yazımı işte bu üstünlük ve onu korumayla ilgileniyor.

Edward W. Said, 1935 yılında Kudüs’te Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Ailesi, İsrail devletinin kurulmasından sonra Filistin’den göç ederek Mısır’a yerleşmiş. Fakat burada Said’in özgeçmişiyle ilgili küçük bir oynama yaptığı belirtiliyor. Ailesi hiçbir zaman Yeruşalayim’de (Medinetu’l-Quds) ev sahibi olmamış. Orada doğmuşsa bile Kahire’de büyümüş. (Keyes, 2021: 144).

Üniversite öncesi eğitimine Kahire Victoria Koleji’nde başlamış. Victoria Koleji, İngilizler ülkeyi terk ettikten sonra yönetimi devralacak yönetici sınıfına mensup Araplara ve Levantenlere eğitim vermek üzere açılmıştı. 1951’de bu okuldan ayrılmak zorunda kalınca da eğitimini ABD’deki Massachusetts Mount Hermon School’da tamamlamış. Lisans eğitimini Princeton Üniversitesi’nde, master ve doktorasını ise Harvard’da yapmış. 1974’te Harvard’da Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş.

Said, 2003’teki vefatına kadar Columbia Üniversitesi’nde İngilizce ve Karşılaştırmalı Edebiyat dersleri verdi.

Said’in hayat serüveni tam anlamıyla oryantalizmi tecrübe sayılabilir. Hıristiyan Arap bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmesi, İngilizce eğitim veren Batılı okullarda eğitimini tamamlaması, ABD’de akademik hayata katılması ve devamı. Bütün bu özellikleri nedeniyle kendisini ne tamamen Arap ne de tamamen Batılı görebildiğini söylüyor. Kendi ifadesiyle “dünyalar arasında” bir yerde oldu hep. Otobiyografisinde bu durumuna “yersiz yurtsuz” dedi.

“Dünyalar Arasında” başlıklı denemesindeki tasviri şöyle: Annesi de babası da Filistinli. Annesi Nasıralı, babası ise Kudüslü. Babasının Birinci Dünya Savaşı sırasında askerliğini Fransa’da Amerikan Keşif Kuvvetleri’nde yaparken kazandığı ABD vatandaşlığı vardı. Babası 1911’de, 16 yaşındayken, o zamanlar bir Osmanlı eyaleti olan Filistin’den, Bulgaristan’daki savaş yüzünden askere alınmamak için ayrılmış. ABD’ye gitmiş, orada birkaç yıl okumuş ve çalışmış, sonra da 1919’da kuzeniyle birlikte iş kurmak için Filistin’e dönmüş.

Said’in hızlı geçtiği bu anlatımda “Osmanlı eyaleti Filistin” nitelemesi önemli. Sonuçları var çünkü. Roma devletine özgürlük isyanları nedeniyle Yahudilere ceza olarak adı değiştirilip “Filistin” yapılan Yahuda’da Filistin adıyla hiçbir zaman devlet ve ülke olmadığı gibi çok önemli bir sonuç mesela. Ama “Filistin endüstrisi”nde Filistin ülkesinin İsrail tarafından işgal edildiği anlatısı ana tema. Bu durumda Osmanlı’nın Yahuda ve Samarya ile Gazze’yi ele geçirmesi ne oluyor? Yavuz Selim’in Suriye’den girip Mısır ve Gazze’den çıktığı Müslüman Doğuya fetih seferi kolonyalizme dahil mi? Bu ülkelerin başına merkeze bağlı valiler dikmesi oryantalizm olur mu? Değilse Filistinlilerin birinci büyük savaş sırasında Osmanlıya özgürlük isyanı nedir? “Filistin bayrağı” bu isyanın simgesiydi değil mi?

Yavuz Sultan Selim’in Gazze’yi savaşla istila etmesi (1516) ve 6 bin nüfuslu şehri alırken Memluk ordusunun 5 bin kayıp vermesi peki? Bu savaşta Gazze’de epey insan öldüğünü tahmin etmek zor değil. Netanyahu’nun, Hamas’ın 7 Ekim saldırısına cevaben düzenlediği harekat boyunca 2 milyon nüfuslu Gazze’de 23 bin sivili, yani nüfusun yüzde 1’ini öldürmesi (53 bin kaybın 30 bini silahlı savaşçıydı çünkü) “soykırım” kabul ediliyorsa Yavuz Selim’in yaptığı kıyım ve kırım ne oluyor?

Muhtelif motivasyonlarla Filistin endüstrisinin içinde yer alıp belli klişeleri tekrarlayanlar böyle sorgulamaları çok sevmiyor.

“Said” gibi apaçık bir Arap soyadının başındaki beklenmedik ön adıyla (Edward) çocukluk yılları boyunca rahatsızlık verici ölçüde kuraldışı bir öğrenciymiş. 1935’te doğduğunda annesi Galler Prensi’ne çok hayranmış, Edward adı oradan geliyormuş. Mısır’da okula giden, İngiliz ön adlı, Amerikan pasaportlu ve kesin hiçbir kimliği olmayan bir Filistinli. Daha da beteri, anadili olan Arapça ile okul dili İngilizce ayrılmaz biçimde iç içe girmiş. Hangisinin ilk dili olduğunu hiçbir zaman bilemediğini söylüyor. “Her ikisinde de rüya görmeme rağmen ikisinde de kendimi tam anlamıyla evimde hissedemedim.” diyor.

Herhangi bir aidiyetle tanımlanması güç biri Edward Said. Filistin sorununu kişisel liderlik hırslarına bulaştırmaması ikazıyla Yaser Arafat’ı eleştirirdi mesela. Arafat’ın politikalarını dar görüşlülükle suçlardı. Arafat da kontrol ettiği yerlere onun kitaplarının sokulmasını yasakladı. Eşzamanlı olarak bir kısım Arap ülkesinde de Said’in bazı kitapları yasaklanmıştı.

Said, iyi bir piyanistti. İsrail hükümeti onu “terörist entelektüel” nitelemesiyle andığı sırada o, Yahudi müzisyen dostu Daniel Barenboim’le birlikte konserler veriyordu. İkilinin kurduğu Doğu-Batı Divan Orkestrası Said’in anısını onurlandırarak faaliyetine devam ediyor. Orkestra üyeleri Hollanda, İspanya, İsrail, Lübnan, Mısır, Suriye, Tunus, Türkiye ve Ürdün gibi........

© Medyascope