menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kemal Can yazdı: Davalar, mahkemeler ve siyasi dizayn

22 0
29.06.2025

Siyaseti gündelik gelişmelerle takip etmenin ne kadar sıkıcı olduğu ortada. Televizyon kanalları ve sosyal medyadaki izlemelerin büyük kısmının da mecburiyetten, hatta “başa gelecekleri” öğrenme arzusundan kaynaklandığı anlaşılıyor. Bir de bunlar hakkında yazmak, olanların nelere yol açabileceği hakkında fikir yürütmenin ne kadar iç bayıcı, tüketici olduğunu siz hesap edin. Zaten Türkiye epeyce uzun bir süredir tuhaf bir döngünün içinde. Hem ortalama bir ülkenin senelerce idare edebileceği bir gündem kalabalığını birkaç gün içinde tüketiyor hem aslında seneler boyunca aynı meselelerin hiç değişmeden, neredeyse donmuş gündemin işgalini seyrediyor. Genellikle aynı aktörler sahnede olduğu için veya siyaset aktörlerin hareketleri (söyledikleri) üzerinden konuşulduğu için, bunun kişilere bağlı olduğu düşünülüyor. Ya aktörlerdeki acayip değişimler ya da aktörlerin sürüklediği kısır döngüler tartışılıyor. Onlar değişince durum değişecekmiş veya onlar olduğu için durum aynı kalıyormuş gibi konuşuluyor. Elbette siyasetin aşırı profesyonelleşmesi ve iyice şahsileşmiş siyaset kültürü bu konuda etkili ama aktörler değişse bile “sabit” rollerin pek boş kalmadığı “müesses siyaset düzeninin” pek değişmediği de söylenebilir.

Kuşkusuz -çeyrek asırlık- AKP iktidarı dönemi, siyaset etme tarzı, siyaseti yönlendirme mekanizmaları ve siyaset dili açısından -kendi içinde dönemlere ayrılsa bile- bir süreklilik, hatta sabit alışkanlıklar yarattı. Büyük çoğunluk, bozulmayı 2017 referandumu sonrasında kurulan başkanlık sistemi ve “tek adam” otoriterliğiyle başlatmaya yatkın. Ancak -gelenekten ve kültürden çok da kopmadan- yaratılan bu “yeni” versiyonunun izleri 90’lı yılların başlarına, hatta 12 Eylül mimarisine kadar geri götürülebilir. “Merkezin boşalması” veya kaydırılması, sadece Türkiye’de yaşanan bir durum değil. Bunun uzunca tartışmalara neden olabilecek küresel sebepleri var. Zaten bütün dünyada benzer gelişmeler karşımıza çıkıyor. Temsili demokrasinin asıl güvencesi sayılan ve orta sınıf muğlaklığına emanet edilen merkez, söz ve iddiasının zayıflığı yanında her iki uç için “ehlileştirme” yeteneğini kaybederek krize girdi. Kriz, uçları törpülemek yerine, aşırılıkları içine alarak etkisizleştirmeye çalışıldı. Başlangıç itibarıyla kısmi başarılar elde etmiş gibi göründü. Avrupa’da Blair’den Merkel’e uzanan -sonu hüsranlı- “başarı” hikâyeleri var. AKP’nin ilk döneminde anlatı da benzerdi. Müesses nizam ve dışarıdan destek, bunun üzerine kuruluyordu.

“Merkez siyaset” veya ideolojik (belki sınıfsal) pozisyonların ılımlı versiyonlarının, siyasi denge için gerekli olduğu fikri, dönemin şartlarına bağlı pragmatik atakların sonuç alıcı olabileceği inancını besliyor. Siyasi tıkanmanın böyle aşılabileceğini iddia edenler hiç az değil. Mevcut partileri bu boşluğa doğru ilerlemeye çağıranlar veya nadastaki tarlayı baştan sürmeyi önerenler aynı argümanları kullanmaya devam ediyor. Bu çerçevede iktidarın boğduğu ve yeniden oluşmasının önünü kestiği merkezin (merkez sağın) CHP tarafından ihyası, bir öneri olmaktan ziyade halen uygulamadaki strateji konumunda. Bunun en çarpıcı örneği muhalefet medyasındaki sabit konuk profili. On-on beş senedir, kimi sabit konuk, kimi program sunucusu olarak -mevcut veya eski sağ siyasetçiler- hep çok önde. Muhalefet seçmeni, olup biten ve olması gerekenler konusunda saatlerce bu insanları dinliyor. Pasif........

© Medyascope