İsmail Güzelsoy yazdı: Melodiyi kaybetmek
Adam elindeki testereyle, yaklaşık yarım metre boyundaki ağacın gövdesine üçgen çentikler açıp bodur ağacı bu çentikler ölçüsünde eğdikten sonra o şekilde sabitledi. Video zaman atladı ama müzik kesintisiz akıyordu. Adam ağacın yanında durdu ve fırtınalı bir tepede öne doğru yatmış, direnen bir ağaç görüntüsüne gururla eşlik etti bir süre. Son fasılda, dönen yuvarlak bir platform üzerindeki bonsainin dallarının ve kambur gövdesinin fırtına altındaki yaşamını resmeden görüntüleri izledim. Video karardı, müzik yarım saniyeden kısa bir süre daha devam etti.
Açıklaması zor bir huzursuzlukla kalktım, çayımı doldurmaya mutfağa gittim. Hissettiklerimi dilim döndüğünce tarif etmeye çalışayım: Çocukken ailece bir düğüne gitmiştik. Düğün salonunda bed sesli bir adam, o günlerin popüler şarkılarını söylemeye çalışıyordu. Yanlış sesten girdiği için bir türlü sazların çaldığı sese çıkamıyor sürekli detone oluyordu, zaten kimse onu dinlemiyordu. Hatta orkestradaki sazlar bile onun farkında değilmiş gibi, kafalarına göre çalıyorlardı. Besbelli düğün şamatası olsun diye çağrılmıştı adam oraya. Ama garibanın bakışlarında, yüz ifadesinde başka bir şey vardı. Sürekli gözlerini kısarak salonu tarıyor, birileriyle göz göze gelmeye gayret ediyordu. Bir kişi olsun onu dinliyor olmalıydı. Beğenilmek, takdir görmek falan değil, sesinin bir kişiye ulaştığına inanmak istiyordu besbelli. “Biraz başım ağrıyor,” diyerek eve döndüğümde ağlamamak için yatıp uyumaya çalıştığımı hatırlıyorum. İşte o yeteneksiz şarkıcı karşısında hissettiğime çok benzer bir bozgun duygusuyla kalkmıştım bonsai videosunun başından.
Zen sanatıyla ilgili çalışıyordum o aralar. Zen sanatına, dahası bu sanatın estetik felsefesine büyük saygım var. Biraz abartarak söylersek, insanlık tarihinde ilk minimalist estetik anlayışı Zen olsa gerek. Haliyle rahatsız olmamı gerektirecek bir şey yoktu görünürde. Hele de videonun o başarısız bed sesli düğün salonu şarkıcısıyla hiçbir bağlantısı yoktu, neden aklıma o gelivermişti? Cevap bulamadım. Arka balkonda oturup çayımı içerken, ilerideki ulu çınara daldı gözlerim. Bir anda keyfimin neden kaçtığını keşfettim. İki nedeni vardı hissettiğim o kasvetli tedirginliğin. İlki Çin müziğiyle ilgili hissettiklerim… Ne zaman Çin müziği dinlesem duygusal bir vertigo hâli çöküyordu üzerime. Bu konuya dair bulabildiğim kadar makale bulup çalışmaya böyle başladım. Tuhaf geliyordur sana, insan sevdiği, hoşlandığı şeyleri araştırır, diye düşünüyor olmalısın ama edebiyat tersi yönde de fiştekliyor insanı. Bir şeyden neden rahatsız olduğunu anlamak da edebiyata dahil.
Çin müzik tarihiyle ilgili makale okumalarım böyle oldu. Bir sempatiden ziyade, bir huzursuzluk hissinin köküne ulaşma arzusu… Zhou Hanedanı döneminde başlayarak “lü” sistemi olarak adlandırılan bir armoni ilkesi belirlenmiş.
Çin müziği on iki ses üzerine kurulu, Batı müziğindeki kromatik diziyi andıran, altın orana uyumlu bir matematiğe dayalıymış başlangıçta. Bu sistemin temel sesi, istersen buna “la” diyelim, uzun bir bambudan elde edilen “Huanzhong”........
© Medyascope
