menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İsmail Güzelsoy yazdı: Detone olmadan yaşayabilmek için

23 1
20.07.2025

Çimen yeşili ve fuşya rengi pullarla süslü yeleğinin yenleri dirsek hizasında bollaşıp, dökümlü hale geliyordu. Yeleğin yaka bölümü kruvaze ceket gibi sivri birer çıkıntıyla düğmelenme noktasına iniyordu. Pullardaki fuşya renginin az koyu tonunda bir mendil, artistik bir hareketle üst cepten sarkıyor, şarkı söyleyen adamın her hareketleriyle spotun parlak ışığını bir flaş çakışı gibi göz alarak yansıtıyordu.

Adamın hareketleri, yüz ifadesi, üzerindeki ışıltılı giysiler şaşkınlık verecek kadar abartılı bir özgüven sergiliyordu. Orkestradaki elemanların giysileri onunkinin bir benzeri olmasına rağmen bunlar mat siyah pullarla süslüydü. Gitaristin sol yarısı spottan faydalanıyordu, geri kalan orkestra elemanları loş bir derinlikte kaybolmuşlardı. Dikkatle baksan bile onları tam olarak seçebilme şansın yoktu yani. Ne yaparsan yap, orta yaşın biraz üzerindeki şarkıcıdan başka herhangi bir şeyi izleyebilmen mümkün olamazdı ama yine de kimse onu dinlemiyor ve izlemiyordu gördüğüm kadarıyla.

Işıltılar içindeki şarkıcı, dönemin ünlü icracılarını çok dikkatle incelemiş, onların sahne performanslarını ustalıkla taklit edebilmişti. Hatta adamın hareketleri, arada izleyicileri coşturmak için yaptığı hareketler, “Hep beraaa-ber!”ler, oktav çıkışları, orkestra üyelerini susturup çıplak sesle söylemeler falan, inan bana Zeki Müren’den, Muazzez Abacı’dan, Barış Manço’dan bile görkemliydi. Her şey şahaneydi ama adamın sesi yoktu. Berbat, şarap bozuğu sesi bir oktavlık şarkılara bile yetmiyor, adam sürekli detone oluyordu. Çıkamadığı sesleri de, dinleyicileri uzaktan şevklendirmeye çabalayarak, “Hep beraber!”lerle geçiştiriyordu. Gitarist onun kesilip kaldığı yerlerde parçanın volümünü artırarak boğuyor, hatta onun yetmediği yerlere de gerideki loşluğun içinden patlayan bateri geçişleri doluyordu.

Lise sondaydım hatırladığım kadarıyla. Annemin zoruyla, tanımadığım bir akrabamızın düğününe gitmiştim. Nefret ettiğim mekanların başında gelirdi düğün salonları. Darbenin etkisini en ağır hissettiğimiz civcivli zamanlardı. On dakikada bir, iki-üç polisin ya da bekçinin girip etrafı kolaçan ettiği bir düğün ne kadar eğlenceli olabilirdi ki?

Şaşkınlıkla adama ve salondaki dinleyicilere baktım. Lafın gelişi “dinleyici” diyorum. Kimse onun farkında değildi. Tek tek masaları, gelinle damadın oturduğu uzun sırayı inceledim. Pist adı verilen boşlukta kovalamaca oynayan çocuklar bile adamdan daha fazla dikkat cezbediyordu. Tuhaf bir görüntüydü. Yeteneksiz şarkıcı her şeyini dikkat çekmeye adamıştı oysa ve hakkını vermek gerek, bu uğurda gerekenden fazlasını yapmıştı ama olmuyordu işte. Adamın yüzünde bir şaşkınlık, düş kırıklığına uğramışlık hissine dair emare yoktu. Durumu kabullenmiş gibiydi.........

© Medyascope