İsmail Fatih Ceylan yazdı: Şule Yüksel Şenler’in hapishane hayatı
Şule Yüksel Şenler, Bandırma Savcısı Nusret Doröz’ün açtığı dava nedeniyle aylarca Bursa’da ve İstanbul’da gizli evlerde kaçak yaşamış, İzmirli bir iş adamının yardımıyla davasını İzmir’e taşıtmış ve beraat etmişti. Bu sıkıntılı süreçten sonra yazılarına ve her yerde ilgi gören konferanslarına kaldığı yerden devam etmişti.
Bir süre sonra Bugün gazetesinde tefrika edilen Huzur Sokağı romanıyla daha büyük bir şöhret yakalamış, bu romanın aşırı ilgi görmesi sonucu Huzur Sokağı, Birleşen Yollar adıyla sinema filmi yapılmıştı.
Birleşen Yollar’ın sinemalarda gösterildiği, fırtınalar kopardığı günlerde ise tiyatrocu nişanlısıyla evlendi. Aslında ailesi ve yakın çevresi o damat adayını sevmemiş, onu Şule Yüksel Şenler’e yakıştıramamıştı. Ancak Şule Yüksel Şenler, tiyatrocu eşiyle konferans verme imkânı olduğu için bu evliliği tercih ediyordu. Gittikleri şehirde eşi Hz. Ömer rolüyle tiyatrosunu oynarken, kendisi de aynı gün ya da akşam konferansını verebilecekti.
Şule Yüksel Şenler’in evliliği basının da gündemindeydi. Düğün Tercüman gazetesinin İnci ekinde bütün detaylarıyla haber olarak yayınlandı.
Gündüz hanımlara, gece erkeklere olmak üzere yapılan düğünde annesi Umran Hanım çok ağlamıştı. O yüzden Şule Yüksel çok da mutlu değildi.
Damat askerlik vazifesini yaparken izni esnasında olmuştu düğün ve iki gün sonra asker ocağına dönecekti. Damadın iki günlük geline önemli bir tembihi vardı.
“Hanım, sakın evimizi kapatma! Ailendir gelsin gitsin, git iki gün kal, üç gün, beş gün kal ama yine dön evine gel”
Fakat bu durumu Şule Yüksel’in ailesi kabullenemiyordu. Bir yanda eşinin “evimizde kal” tembihi, diğer yanda bu evliliğe hep karşı olan annesinin “yanımızda kal” ısrarı arasında kalması onu üzüyordu. Annesi, evini kapatıp kendileriyle kalmasını istemesine rağmen eşinin arzusu gereğince hareket edeceğini söyledi. Eşine telefon açtı, onun Ankara’daki evinin boşaltılmasını, oraya taşınacağını söyledi. Ve Ankara’ya taşındı. İki arada kalmamak için ailesinden ayrı, onlara hasret, başka bir evde, başka bir kentte yeni kimliği, soyadı ile yoluna devam edecekti bundan böyle. Fakat yıllarca ona destek olan ailesi kızlarına kırılmış, küsmüştü.
Eşi askerde olan Şule Yüksel, Ankara’da yalnız geçirdiği hayata alışmaya çalışırken dört ay geçirmişti ki, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” davasından 13 ay 10 gün hapis cezası aldı. Şule Yüksel bir kez daha gazete manşetlerindeydi.
Yeni gelin Şule Yüksel’in hapse gireceği haberi büyük yankı uyandırmıştı. Sevenleri âdeta ayağa kalktı. Affedilmesi için Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Meclis’e mektuplar yığılıyor, Başbakan nerede gezi yapıyorsa orada gösteri yapılıyor, bu karara karşı itirazını dile getiriyordu. Başbakan Süleyman Demirel kürsüden konuşmaya başladığı anda “Şule Yüksel’in tevkifine hayır!” diye konuşmasını kesiyor, bu kararın kaldırılması için çaba sarf ediyorlardı. Başbakan Demirel konuşmasını yarıda bırakıp “Haklısınız!” diyordu.
Aynı davadan ceza alan gazetenin yazı işleri müdürü Hilmi Karabel, cezasını bir an önce bitirmek düşüncesiyle hemen teslim olmuştu. Şule Yüksel’in de arzusu bu yöndeydi. Her ne kadar dört aylık bir erteleme süresi olsa da bu süreç içinde yine basın susmayacak ve hakkında her türlü yazı yazılacaktı. Özellikle de “kaçıyor” denmesi Şule Yüksel’in çok ağırına gidiyordu.
“Bu uğurda gerekirse hapse gireriz, ucunda darağacı da olsa dâvamızdan dönmeyiz” inancına rağmen kaçak durumuna düşmesi onu kahrediyordu. Teslim olmak için hazırlık yaparken eşi onu engelledi.
“Belki bu süre zarfında bir basın affı çıkar ve hapse girmezsin!” diyerek zoraki alıp Eskişehir’e kız kardeşinin yanına götürdü. Erteleme dilekçesi yerine ulaşana kadar cebren içeri alınma ihtimali vardı. Polis kaçak Şule Yüksel’i arıyordu. O ise Eskişehir’e görümcesinin yanına kaçırılmıştı.
Bir ay geçmemişti ki, 12 Mart muhtırası gerçekleşti.
Muhtıra ilk başta solcular tarafından alkışlanarak karşılandı. Sonunda ordu gelişme gösteren gericiliğe karşı harekete geçmişti. Gazetelerde “Kahraman Türk ordusu sonunda yönetime el koydu” haberleri yapıldı. Cumhuriyet yeniden kurtarılıyor, Atatürkçülük tekrar hâkim kılınıyordu.
İslâmi gazeteler kapatılmış, Mehmet Şevket Eygi yurt dışına gitmek zorunda kalmıştı. Büyük bir hareketlilik içinde gelişmekte olan dindar camia ağır bir darbe almıştı. “İslâm’ın gelişmesi, halkın uyanması” ordu tarafından cezalandırılıyor yorumları yapılıyordu.
Ancak 12 Mart, TİP’i kapatınca, önemli sol yazarlarını yargılamaya başlayınca işin rengi değişti. İlhan Selçuk gibi isimler Ziverbey Köşkü’nde işkence görürken, sol gençliğin liderlerinden Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi isimler yakalanıp tutuklanıyordu.
TİP’in yanısıra Erbakan’ın kurduğu ve halkın ilgi göstermeye başladığı Milli Nizam Partisi de “laikliğe aykırılıktan” kapatılmıştı. Erbakan da yurt dışına gitmişti.
Şule Yüksel’in mahkûmiyeti her anlamda kötü bir zamana denk gelmişti. Gazete kapatıldığı için yazı yazamadığı gibi, konferans da veremiyordu artık. Daha önemlisi ailesi kendisine küstü. Bir Üzeyir ağabeysi vardı arada kendisiyle ilgilenen. Şule Yüksel Şenler, yalnız hissediyordu kendini.
Dört aylık erteleme izni bitmeye yakın Bursa’ya Üzeyir abisinin kayınvalidesine geldi. Hangi cezaevinin uygun olacağını araştırmışlar, Bursa’da karar kılmışlardı. Bursa savcısının solcu ve alevî olmasına rağmen cezaevindeki kadınlara sahip çıktığını, onları ezdirmediğini öğrenmişlerdi.
Beklediği süre içinde herhangi bir basın affı çıkmadığı için artık teslim olacak ve cezasını çekecekti. Cezaevi müdürüne telefon açtı. İnfâzını bu cezaevinde geçirmek istediğini, gelip kalacağı koğuşu görmenin mümkün olup olmayacağını sordu.
“Aman Şule Hanım, siz ne diyorsunuz?” dedi Müdür. “Her ne kadar ayrı fikirlerde olsak da sizin gibi bir hanımefendiye göre değil burası. Niçin tam teşkilâtlı modern cezaevleri varken bizim tek koğuşlu, adî suçlularla dolu olan burayı seçtiniz. Siz asla burada yapamazsınız!”
Şule Yüksel kararlı olduğunu, sebeplerini yüz yüze görüştüklerinde anlatacağını ifade ederek cezaevini görme isteğini tekrarladı. Ağabeyi Zübeyir ile savcılığa gittiler. Şule dışarıda beklerken kapıdan yaşlı bir savcı çıktı. Şule Yüksel’i görünce şaşkınlık içinde konuştu.
“Şule Hanımefendi, hakikaten içeri girecek misiniz? Bursa Cezaevi’nde yatacak mısınız?” dedi.
“Onun için buradayım.”
“Şule Hanım bakın, sizinle belki aynı frekansta değiliz, aynı fikirlere sahip olmayabiliriz, düşüncelerimiz zıt olabilir. Ama siz bir hanımefendisiniz. Sizin gibi bir insanın cezaevine girmesi bir yana, hele de Bursa gibi son derece azgın mahkûmların her taraftan gönderildiği bir cezaevinde yatması, bu olacak iş değil!’
“Efendim,........
© Medyascope
