İslam Özkan yazdı – Ateşkes sonrası İran-ABD ilişkileri: İsrail saldırısının meşruiyeti ve nükleer müzakerelerin geleceği
İslam Özkan bu yazısında, ateşkes sonrası İran-ABD ilişkilerinin nasıl şekillenebileceğini değerlendirdi.
Alman Şansölyesi Merz’in “kirli işlerimizi yaptırıyoruz” dediği İsrail’in geçtiğimiz hafta İran’ın farklı sivil/askeri noktalarına yönelik saldırılarına ABD’nin de katılmasıyla birlikte Ortadoğu topyekûn bir çatışmanın eşiğine gelmişti. Çatışmanın tam da boyutlanarak yeni ve daha büyük bir aşamaya geçmesi beklenirken ABD Başkanı Donald Trump’ın, hızlı bir manevrayla topu göğsünde yumuşatması, beklenmedik bir şekilde başlayan savaşın beklenmedik bir şekilde sona ermesini sağladı. Hemen ardından Trump’ın ağzından “garantili barış” ve “kalıcı ateşkes” gibi sözler döküldü. Hâlbuki ABD Başkanı, iki gün öncesine kadar İran’ın teslim alınmasından ve ona boyun eğdirilmesinden bahsediyordu.
Uluslararası hukukun kendisi açısından en küçük bir kıymete sahip olmadığını bildiğimiz Trump’ın saldırı odaklı stratejisi, sistemdeki bütün aksaklıklara rağmen az çok oluşmuş uluslararası teamüllerin dibine kibrit suyu döktü. Nitekim Bush da Irak savaşında benzeri bir tutum sergilemiş, uluslararası hukuku hiçe sayarak Irak’a saldırmıştı.
“Just War Theory” (Adil Savaş Teorisi) çerçevesinde Michael Walzer, önleyici saldırıların orantılılık ve gereklilik ilkelerine uymadığını belirtir ve bir tehdidin “yeterince açık ve ciddi” olması gerektiğini, aksi takdirde önleyici eylemlerin ahlaki meşruiyetten yoksun olduğunu dile getirir. Örneğin, bir devletin nükleer programının varlığı, otomatik olarak yakın bir tehdit oluşturmaz.
Bir diğer eleştiri, Immanuel Kant’ın ahlak felsefesine dayanır. Önleyici saldırıların niyetlerin belirsizliğine dayandığını ve bu nedenle ahlaki olarak sorunlu olduğunu öne süren düşünürler, bir devletin başka bir devletin niyetlerini yanlış yorumlama riskinin, önleyici saldırıları etik olarak savunulamaz kıldığını belirtir.
Öte yandan Judith Butler, önleyici saldırı doktrininin savaş ve şiddeti normalleştirerek devletlerarası ilişkilerde güveni yok ettiğini belirtir. Önleyici saldırı doktrini devletlerin sürekli bir tehdit algısı içinde hareket etmesine yol açarak barışçıl çözümleri zorlaştıracağından meseleleri içinden çıkılmaz hale getireceği açıktır.
Ayrıca önleyici saldırı, çoğu zaman beklenmedik ve kurallara uygun gerçekleşmediği için savaşların genişlemesine ve gerilimin tırmanmasına yol açar. Örneğin, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları, İran’ın misilleme yapmasına ve bölgesel bir savaş riskinin artmasına yol açar.
Bu tür önleyici saldırılar, uluslararası istikrarın zayıflamasına yol açtığı gibi, uluslararası düzeni de stabilize eder, çünkü diğer devletlerin de benzer gerekçelerle önleyici eylemlere girişeceği neredeyse kesindir, bu da “güvensizlik sarmalı”na yol açar. Ayrıca önleyici saldırı doktrini, güçlü devletler tarafından zayıf devletlere karşı bir baskı aracı olarak kullanılır. ABD’nin Irak’a müdahalesi veya İsrail’in İran’a saldırıları gibi örnekler, bu doktrinin siyasi çıkarlar için kötüye kullanılabileceğini gösterir.
Elbette farklı görüşte olan uzmanlar var ama İsrailli uzmanlar hariç, uluslararası hukuk uzmanlarının önemli bir bölümü İsrail’in İran’a saldırısının hiçbir hukuki zemini bulunmadığında hemfikir. . Örnek vermek gerekirse:
BM Şartı Madde 2 (4): Devletlerin başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanması yasaktır. İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırısı, bu ilkeye aykırı olarak değerlendirilebilir, çünkü İran’ın egemen bir devlet olarak topraklarına yapılan bir saldırı uluslararası hukukun ihlali sayılır.
Editörlerimizin derlediği........
© Medyascope
