menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

25 yıldır direnen kontrgerilla neden şimdi tercih değiştirdi?

21 0
21.06.2025

Abdullah Öcalan, 1999 yılında Kenya’dan ülkeye getirildiğinde, uçaktaki sözleri şöyleydi; "Ben ülkemi severim. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Fırsat verirseniz, hizmet ederim."

Daha sonra, o zamanki İşçi Partisi’nin yani Doğu Perinçek’in “sızdırdığı” sorgu görüntülerinde Öcalan, “Kürtleri Türkiye’ye bağlayıp, artık Türkiye için çalışacakları” gibi ifadeleri kullanmıştı.

Hatta yargılanma sürecinde yani mahkemede “eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmiş ve idam edilmek yerine PKK isyanının barış yoluyla çözülmesi sürecine dahil edilmesini talep etmişti”.

Bu ifadeler “ilk başlarda” büyük oranda solcular tarafından teslimiyet, kendini kurtarma çabası olarak değerlendirildi. Bu değerlendirmeye Barzaniciler ve devlet yanlısı Kürtler de katıldı. Kürt siyasi hareketine destek verenler uzun bir sarsıntı dönemi yaşadı. Ancak zaman içerisinde Öcalan’ın bir “paradigma” değişikliği yaptığı anlaşıldı. Bu değişiklik yakalanmadan önceki dönemi de kapsıyordu ama asıl olarak cezaevinden sonra daha net bir sistematiğe kavuşmuştu.

"Esnek, çok kültürlü, anti-tekelci ve uzlaşma odaklı" olarak tarif ettiği Demokratik Konfederalizm diyordu. Yazı ve kitaplarında buna paralel olarak “ortak vatan, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklikten” bahsediyordu. Ulus devlet anlayışından tamamen vaz geçmişti.

Oysa Devlet Bahçeli’nin Ekim 2024’te doğrudan Abdullah Öcalan’ı “muhatap” kabul etmesine, ilan etmesine kadar o hep “bölücü başı” idi, T.C. Devleti’nin resmi doktrininde.

Bu konuda yani Kürt sorununun çözümünde zaman zaman ciddi başlangıç adımları olmadı değil. Örneğin Turgut Özal döneminde 1991-1993 arasında ilk başlangıç aşaması neredeyse geçilecekti ve AKP döneminde 2009- 2015 arasında daha ciddi, zamana yayılan bir süreç işledi. Ancak her iki dönem de güvensizlikler, öngörülemeyenler ve asıl olarak provokasyonlar nedeniyle ilerleme kaydedemediği gibi başlangıç noktasından daha da geriye düştü. Bu seferkinin de benzer bir akamete uğrama ihtimali elbette çok yüksek, hatta çoğu insan bundan oldukça emin ve güvensiz. Hatta “derin devlet”in bir oyunu olduğuna inananlar oldukça fazla. Ben yine de öncekiler gibi olmayacağını “varsayarak” ilerlenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Bu yeni sürecin samimi ve gerçek olduğunu varsayarsak iki sorunun mantıklı bir şekilde yanıtının bulunması gerek! Birincisi; Öcalan, yaklaşık 25 yıldır aynı noktada olmasına rağmen tüm bu zaman içerisinde neden şimdikine benzer bir sürece “önderlik” etmesi istenmedi? Ve asıl ikinci soru; neden şimdi?

Bilindiği üzere bizim ülkemizde bir kontrgerilla gerçeği mevcuttur. Hani köklerini Teşkilat-ı Mahsusa’dan alan ama asıl olarak ABD komutasındaki NATO tarafından örgütlenmiş ve tahkim edilmiş kontrgerilla. Sözde amacı; Sovyetler Birliği’nin genişlemesini engellemek olan ama asıl olarak gerici-faşist bir devlet yapısını kurmak, korumak ve tahkim etmek olan kontrgerilla. Söz konusu olan “ulu ve kutsal” devlet olunca da her yol mubah, her icraat haklı olur, demokrasi, seçimler, insan hakları formaliteden ibaret kalır.

Yıllar içerisinde kontrgerilla örgütlenmesi öyle bir güce (yargı, yasama, askeriye, kolluk, ekonomi, mafya, vs.) ulaşır ki kendi varlığını korumak daha da önemlisi kendini “kaçınılmaz” kılmak için düşman yoksa da düşman yaratır. Sovyetler çökmüştür ama Türkiye’nin kontrgerillası çökmez çünkü asıl amacı kendini devam ettirmektir. Cumhuriyet’in tarihi aynı zamanda kontrgerillanın tarihidir; 12 Mart-12 Eylül Darbeleri, 6-7 Eylül olayları, Çorum, Sivas, Malatya ve Kahramanmaraş katliamları, Kanlı Pazar, 77 1 Mayıs’ı, Bahçelievler Katliamı, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Uğur Mumcu suikastları, Gazi Mahallesi, 5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara katliamları, say say bitmez.

Söz konusu olan........

© Kısa Dalga