Ritimle kurulan bir dünya: 9/8’lik Kıyamet
30 Ekim Perşembe günü yayınlanan Apaçık Radyo – Kulis Sesleri programında, M’ekan Tiyatro’nun sahnelediği “9/8’lik Kıyamet” oyununun yönetmeni Sezen Keser ve oyuncusu Oğulcan Arman Uslu ile konuştuk.
– Her zamanki gibi oyunun konusundan başlayalım: “9/8’lik Kıyamet” nedir, ne anlatıyor?
Oğulcan Arman Uslu:
“9/8’lik Kıyamet”, yakın gelecekte geçen bir oyun. İklim krizinin ve toplumsal bozulmaların yaşandığı bir dönemde, Diyar adlı bir anlatıcının hikâyesini izliyoruz. Diyar, ateş başında toplanan ve “parazitler” adı verilen; ülkelerin dışına itilmiş, sınırlarda yaşayan topluluklara hikâyeler anlatıyor. O, geleceğin hikâye anlatıcılarından biri. Her akşam ateş başında toplanan bu parazitlere bir ihanet hikâyesi anlatıyor.
– Aslında bir yanıyla çok distopik bir dönem anlatılıyor ama bir yandan da sanki bir şenlik ateşi hikâyesi gibi de anlatılıyor. Orada bir denge var; dramla komedinin iç içe geçtiği bir denge. Metinde bu denge nasıldı, siz nasıl aktardınız?
Sezen Keser:
Metinde zaten gömülü bir ritim var. Şamil (Yılmaz) onu duyarak yazmış. Şamil’in metinlerinde bu hep çok güçlü bir şekilde vardır. Ama sahneye getirirken o ritmine yapışıp kalan yazarlardan biri değil. Bu açıdan çok açık, sahneyi oyuncuya teslim eden ve orada gerçekleşen şeye hayranlıkla yaklaşan bir yazar.
Biz de bu nedenle, metindeki ritmi korumaya çalışırken aynı zamanda bütün o kakofoni ve atlamalı hikâyenin içinde düzgün biçimde duyulmasını sağlamak için baştan adeta yeniden besteledik diyebilirim. Bazı yerleri değiştirdik, ritimleri farklı biçimlerde yerleştirdik. Bu açıdan oldukça zorlu bir çalışma süreci oldu.
Metin parçalı bir anlatı; dolayısıyla her anlatı parçası, kendi içinde çok güçlü bir ritimle yazılmış. Ama onu sahneye çıkarıp ete kemiğe büründürdüğünüzde, oyuncudan gelen sesle darbukadan yükselen ritim birleşince kakofoniye dönüşmeye de yatkın bir hâle geliyor.
Bu yüzden o parçalı hikâyeyi hem seyircinin takip edebileceği hem de yazılı hâlde duyduğumuz o ritmi sahnede de hissedebileceğimiz bir şekilde kurmak için bazı bölümlerin yerlerini değiştirdik, bazı yerlerde ritmi bozduk.
– Oyunu izlemeyenler için şunu söyleyelim: Sahnede, oyuncuya eşlik eden bir darbuka var. Bu darbuka adeta ikinci bir oyuncu gibi; Diyar’a eşlik ediyor, anlatıya inanılmaz bir ahenk ve aynı zamanda yeni bir dil, bir söz katıyor.
O.A.U.:
Biz bunu konuşurken, darbukanın Diyar’ın bir uzvu gibi görünmesini istedik. Çünkü onun anlattığı bütün o kefaret hikâyesinden geriye kalan tek şey aslında o darbuka. Diyar’ı Diyar yapan, yani bugünkü anlatıcı hâline getiren kişi de Leyla. Dolayısıyla bütün hikâyesi, o darbukada biraz vücut buluyor.
Provalara başladığımızda şöyle bir şey fark ettik: Şamil’in metnini okuduğunuzda bile bir ritim duyuyorsunuz. O kadar incelikli yazılmış bir metin. Ama Sezen’in de dediği gibi, yapı parçalı. Rejide, darbukanın zaman zaman atmosferi belirlemesi üzerine çalıştık. Metinde “vurur” yazıyor ama nasıl vurur, ne şekilde devam eder, belli değil.
– Akıştaki o atlamaları, “dağınıklığı” toparlayan şey, işte o vuruşlar oluyor.
O.A.U.:
Şamil bir şey hayal ederek yazıyor ama biz sahnede bunun provasını yaparken darbuka bazen atmosferi belirleyen bir unsura dönüştü. Bazen darbukayı öne çıkarıp o ritimle bir şey anlatmaya çalıştık; bazen de sadece bir akışı, bir zaman geçişini ya da bir duygu değişimini ifade etsin istedik. Dolayısıyla bunların her birini ayrı ayrı çalışmamız ve sahnede bir anlam kazanmasını sağlamamız gerekti. Günün sonunda, işte bu izlediğiniz oyun ortaya çıktı.
– Hemen Oğulcan’a sorayım. Darbuka çalmayı biliyor muydun,........© Kısa Dalga





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Joshua Schultheis
Rachel Marsden