New York gereksiz ve anlamsız bir zirve değildir...
Geçtiğimiz Mart ayında toplanan, 6 maddelik bir GYÖ paketi üzerinde uzlaşılan Kıbrıs zirvesi, yaklaşık 4 aylık bir aranın ardından dün akşam New York’ta start aldı.
Zirve, Kıbrıs saatiyle bugün sabaha karşı 02.00’de (New York saatiyle 19.00’da) bir yemekle start alırken, esas toplantılar bugün gün içinde önce taraflar arasında çeşitli ikili görüşmeler, ardından da Genel Sekreter Antonio Guterres’in himayelerinde 5 1 genişletilmiş toplantı formatında devam edecek ve yine bu gece yarısı saatlerinde düzenlenecek basın toplantısıyla noktalanacak.
Kendi adıma Derviş Eroğlu zamanından bu yana ilk kez bir zirvede bulunamamanın burukluğunu yaşıyorum. Kısmet değilmiş diyerek kendimi avutuyorum ama bir yandan da çeşitli dostların “belki de sen gitmedin diye hayırlı bir sonuç çıkacak” taşlamalarıyla uğraşıyorum.
İnşallah süreç üzerindeki uğursuzluk bendim de bu zirveye gitmeyerek bunu yenmiş olayım diye düşünüyorum.
Ama Kıbrıs sorununun çözümü (ya da herhangi bir olumlşu gelişme) ne benim kişisel arzularıma ne de çeşitli batıl inançlara bağlı bir şeydir.
Öte yandan zirve ile ilgili beklentilerin çok düşük olduğu, kimselerin pek bir şey beklemediği malumunuzdur. Ve ek olarak vurgulamam gerekirse, Kıbrıs sorunu müzakerelerinin mezarlık temizleme ya da kapı açma seviyesine düşürülmesinden ayrıca hicap duyduğumu da söylemek isterim.
Fakat zirve, en nihayetinde bir uluslararası zirvedir ve her an her şey olabilecek nitelikte (ve potansiyelde) adımlara açık bir platformdur.
Peki bir yandan Guterres’in kişisel temsilcisi Maria Holguin’in “federal çözüm iki taraf arasında ortak bir referans olmaktan çıkmıştır” açıklaması ve yine Pazartesi günü BM Güvenlik Konseyi’ni bilgilendiren BM Özel Temsilcisi ve Barış Gücü Misyon Şefi Colin Stewart’ın “iki taraf arasında derin bir güven bunalımı var” ifadelerinin gölgesinde, olumlu bir adım düşünmek mümkün mü diye sormak gerekmektedir.
Bunun cevabı hem evet, hem de hayırdır.
Önce cevap anlamında “hayır” kısmını düşünecek olursak, gelinen noktada iki tarafın düşüncelerinin birbiriyle örtüşmesi mümkün değildir.
Bir kere Türk tarafı söylemlerini “devletten devlete” konuşma üzerine kurmaya çalışmaktadır ve bu da BM parametreleri çerçevesinde “toplumlararası görüşmeler” sıfatı adı altında “toplumdan, topluma” görüşen Kıbrıs Rum tarafının asla kabul etmeyeceği bir şeydir.
Adına eşit egemenlik, egemen eşitlik ya da ona benzer bir tanım yapılan fakat beni kısaca “utangaç........
© Kıbrıs Postası
