İşte o yazı: PKK ve Türkiye
Bugün, tarihsel bir yolculuk ve çözüm sürecinin psikolojik dinamiklerini paylaşacağız. Bu yazı bu nedenle başlıklar altında devam edecek.
Büyük Grubun Yaraları: Türkiye’nin modern tarihindeki en sancılı meselelerinden biri olan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile mücadele ve çözüm süreci, sadece siyasi ve askeri bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal travmaların derinleştiği bir büyük grup sorunudur. 1980’lerden bu yana, hem devlet hem de PKK cephesinde yüzyıllık birikimlerin, acıların ve önyargıların yansıdığı karmaşık bir şiddet sarmalı yaşanmıştır.
Bu makale, tarihsel dönemlerin bir mukayesesini yaparak, PKK meselesine dönüm noktalarını incelemekte; annelerin acıları, büyük grup travmaları ve çatışma dinamiklerini ele almaktadır.
Politik Psikoloji dehası olarak anılan ve çalışmalarına devam eden, 5 kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş ve dünyada psikanaliz dalında önemli çalışmaları ve katkıları olan kişi verilen en büyük ödül olarak "Mary Sigourney Ödülü" sahibi, Kıbrıslı Türk Prof. Dr. Vamık C. Volkan’ın büyük grup psikolojisi ve "delikli peynir" metaforu perspektifinden yola çıkarak, çözüm sürecinin umutları ve engelleri üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1980’ler ve Kanlı Başlangıç: PKK’nın 1984 yılında ilk silahlı eylemini gerçekleştirmesi, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı ortamı, Kürt kimliğine dair hak taleplerinin iyice bastırıldığı bir zemin oluşturdu. PKK, bu ortamda Marksist-Leninist bir ideolojiyle ortaya çıkmış, kendini özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak sunmuştu. Ancak şiddetin bir aracı olarak benimsenmesi, on binlerce insanın hayatına mal olan kanlı bir dönemi başlatmıştı.
Bu dönemde devletin yanıtı, ağırlıklı olarak askeri operasyonlar ve kontrgerilla faaliyetleri üzerinden oldu. Koruculuk sistemi gibi yapıların kurulması, yerel halkı PKK ile devlet arasında zor bir tercih yapmaya zorladı. Büyük grup psikolojisi perspektifinden bakıldığında, bu baskı travmanın kuşaktan kuşağa aktarılmasına yol açtı. Kürt kültürü ve dili kamusal alanda baskı altına alınırken, sosyal ayrışma giderek artıyordu.
12 Eylül cuntasının darbesinin ardından, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı uygulamalar, PKK’nın tabanını genişletmesine yol açan faktörlerden biri oldu. İşkenceler ve ağır insan hakları ihlalleri, bireylerin yalnızca devlete değil, büyük ölçüde "öteki" olarak gördükleri topluma karşı bir öfke biriktirmelerine neden oldu. Bu dönemin izleri, Kürt kimliğinin geleceğini şekillendiren travmatik bir tarih yazdı.
1990’lar ve Şiddetin Zirvesi: 1990’lar, PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki çatışmanın en yoğun olduğu dönemdir. Bir yandan şehir merkezlerinde bombalama eylemleri ve sözde "misilleme" adı altında sivil kayıpları artarken, diğer yandan köy boşaltmalar ve faili meçhul cinayetler bu yıllara damgasını vurdu. Devlet eliyle kontrgerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı bu dönemde, terörle mücadele politikaları yer yer insan hakları ihlalleriyle gölgelendi.
Bu yıllarda, binlerce köy boşaltıldı ve milyonlarca insan zorla göç ettirildi. Büyük kentlere gelen bu göç dalgası, hem ekonomik hem de toplumsal dengeleri altüst etti. Gettolaşan Kürt mahallelerinde kimlik aidiyeti daha da güçlenirken, Türk milliyetçiliği kentlerde yükselen bir dalga haline geldi. Bu ayrışma, "birlik" kavramını zedeleyen kırılmalara neden oldu.
Annelerin acıları bu dönemde daha belirgin bir hale geldi. Doğu’da dağa çıkan yaşamdaki belirsizlik içinde kaybolan evlatların yası tutulurken, Batı’da asker anneleri evlatlarını bayraklarla toprağa verirken hüzünle yoğunlaşıyordu. Bu çatışma, iki tarafın birbirini "düşman" olarak kodladığı, toplumsal hafızada yer eden derin bir yarık oluşturdu. "Öteki" algısı, toplumu birleştirici değil, ayrıştırıcı bir unsur olarak kökleşti.
2000’ler ve Barışın İlk Filizleri: 2000’li yıllar, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiyle yeni bir döneme girdi. PKK, dağıtılamasa da şiddet eylemlerinin yoğunluğu azalmıştı. Bu yıllarda Avrupa Birliği uyum süreçleri kapsamında Kürtçe diline ve kültüre dair bazı haklar tanındı. TRT Kurdî gibi adımlar, devletin kültürel tanıma yönelik sembolik jestleri olarak algılandı.
Ayrıca "Kürt açılımı" olarak adlandırılan süreçte, siyasi temsil anlamında Kürt hareketi daha fazla görünürlük kazandı. Ancak bu dönemde de şiddeti tamamen sona erdirecek yapısal adımlar atılamadı. Toplumun çeşitli kesimlerinde artan kutuplaşma, çözüm sürecinin altını oyan psikolojik bariyerlerden biri oldu. Büyük grup kimliklerinin farklılaşan "biz" ve "onlar" algısı, süreklilik arz eden bir engel yarattı.
AKP Dönemi ve Çözüm Süreci: 2013 yılında ilan edilen çözüm süreci, PKK ile devlet arasındaki en ciddi diyalog girişimlerinden biriydi. Sözde Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan çatışmasızlık dönemi, hem Batı’da hem de Doğu’da umutla karşılandı. Sürecin en dikkat çekici özelliklerinden biri, Kürt kimliği ve kültürüne yönelik geçmişteki inkâr politikasından farklı bir yaklaşımın benimsenmiş olmasıydı. Bu elbette insan haklarını daha yakın bir bakış........
© Kıbrıs Postası
