menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kıbrıs tebliğ

7 0
07.08.2025

Kuzey Kıbrıs televizyonlarını izlemeye çalışıyor ve yer alan tartışmaları ilgiyle takip ediyorum.

İki bölgeli, iki toplumlu federasyonu öneren konuşmacılar, siyasi parti temsilcileri o kadar güzel konuşuyor, o kadar tatlı anlatıyorlar ki neredeyse inanacağım…

Konuşmacıların gerçekten ikna kabiliyetleri takdire şayan, tatlı tatlı söyledikleri çok güzel…

Ne yazık ki söylenenlerin hiçbiri gerçeklere dayanmıyor, hukuki temelleri olmayan, AB üyesi olacak böyle bir federasyonda Kıbrıs Türklerinin başlarına neler gelebileceğini dikkate almayan hayalci varsayımlar olmaktan öteye gitmiyor.

Bu çevrelerin hâlâ kabul edilmesi gerektiğini öne sürdüğü “iki bölgeli iki toplumla federasyon” ilkesi 1977’de kabul edilmiş bir esastı. O tarihte Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olmadığı gibi “Kıbrıs”ın AB üyesi olabileceği kimsenin aklından dahi geçmiyordu. Zaten 1960 Anayasası ve kurucu antlaşmalar, Türkiye ve Yunanistan’ın aynı anda üyesi olmadığı bir uluslararası örgüte, Kıbrıs’ın katılamayacağını hükme bağlamıştı.

Başka bir deyişle, 1960 Anayasası’na göre, Kıbrıs Türklerinin de tam katılımıyla oluşturulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”, Türk cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisi olduğu, Kıbrıs Türklerinin parlamentoda, 60/ 40 oranında temsili, on bakandan oluşan kabinede üç Türk bakanın olduğu-Dışişleri ve Savunma Bakanı buna dahil, orduda, güvenlik güçlerinde aynı oranlarda temsil, beş kentte ayrı Türk belediyelerin kurulacağı, bir Rum ve bir Türk ile Alman Profesör Forstoff’un başkanı olduğu Supreme Constitutional Court -Yüksek Anayasa Mahkemesinin güvencesinin de olduğu ortamda dahi, o 1960 tarihinde kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”, herhangi bir uluslararası siyasi veya ekonomik teşkilata üye olamazdı.

Burada kasdedilen hiç kuşkusuz AET idi. Zürich ve sonra Londra Antlaşmalarının Temmuz 1959’da Lancaster House’da imzalanmasından günler önce Yunanistan arkasından Türkiye AET’ye başvurmuştu.

Rumlar bu anayasal sistemi ilga ettiler. Eski Cumhurbaşkanı Klerides, My Deposition adını verdiği anılarında “Biz, kurucu antlaşmaları ihlal ve Anayasayı ilga ettik.” dedi.

Daha sonra çözüm aranırken, “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” söz konusu olduğunda -yani 1977’de- “Avrupa Birliği üyeliği” hiçbir şekilde gündemde değildi. Kimsenin aklından dahi geçmiyordu.

Avrupa Birliği üyeliği, yani uluslar üstü yetkilerle teçhiz edilmiş, supranational yetkileri olan Avrupa Birliği gündeme geldiğinde tüm parametreler değişmiş oldu.

KKTC’nin, (iki toplumlu, iki bölgeli federasyon esasına dayanan) AB üyesi olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” içine girmesi halinde Türk Federe Devleti, hiçbir şekilde Avrupa Birliği kurumlarında etkili olabilecek şekilde temsil edilmeyecektir.

Federe Devlet’in, AB’nin icra organı Avrupa Komisyonu’nda temsil edilmesine imkân yoktur. AB’nin çıkardığı yasa (Regulation, Directive vs) tasarılarını da hazırlama yetkisi de münhasıran Komisyon’dadır.

Tüm üye Devletler Komisyon’da temsil edilir. Brexit’den sonra 27 üyeli Komisyon’da Kıbrıs’ın atayacağı üye commissioner -ki Fransızlar “komiser” de demektedir- Kıbrıslı Türk olsa bile-ki olmayacaktır- 26 kişiye karşı tek oydur.

Esasen Yunanistan’ın da AB üyesi olarak tüm yetkilere sahip olması nedeniyle, Kıbrıs temsilcisinin oy verip vermemesi önemli değildir.

European Council adı verilen kurum, üye Devletlerin Devlet ve Hükümet Başkanları’nın bir araya gelip karar aldığı bir organdır.

Ayrıca Bakanlar Konseyi’nde de Kıbrıslı tek bir bakan olacaktır. Federe Devlet bakanı ilke olarak bu toplantıda bulunamaz. (Burada Yunanistan, diğer üye Devletleri, veto yetkisini kullanmak suretiyle şantaj yaparak Kıbrıs’ın üyeliğine ikna edebilmiştir. Aynı şeyi başka konularda da tekrar yapmaması için hiçbir engel yoktur.)

Bakanlar Konseyi de denilen Council toplantılarında konu tarım ise tarım bakanları katılır. Mali konular ise maliye bakanları katılır. Çevre ise çevre bakanları katılacaktır. Böylelikle aynı anda beş altı farklı Konsey toplantısı olabilmektedir. Bunlardan bir veya iki konuda Türk bakan katılacaktır hükmü konabilir. Ancak tüm Kıbrıs’ı temsil etse dahi weighted majority denen ağırlıklı çoğunlukta üye Devletlerin sahip oldukları oy farklıdır. Büyük devletler in 27 ila 29 oyu vardır. Orta büyüklükteki ülkelerin oyları 7 ila 14 arasındadır. Küçük devletlerin ise 3 veya 4 oyu vardır.

Komisyon’dan gelen veya AB Yüksek Temsilcisinden gelecek tasarının kabul edilebilmesi için üye Devletlerin % 55’inin o yönde oy vermesi gerekir. 27 üye Devlette 15’i o yönde oy vermelidir.

Ayrıca bu yönde oy veren Devletlerin toplam AB nüfusunun % 65 ini teşkil etmesi gerekir. Buna çifte çoğunluk koşulu denmektedir. Bir kararı engellemek için en az 4 Devletin olması gerekir ki buna blocking minority engelleyebilecek azınlık denmektedir.

Konsey, Komisyon’dan bir tasarı gelmeden karar alacak ise Konsey üyelerinin % 72’sinin oy vermesi gerekir ki 27 üye Devletten 20’sinin o yönde oy vermesini gerektirir. Bunların da AB toplam nüfusunun % 65’ini teşkil etmesi şarttır.

Avrupa Adalet Divanı’nda da Court of Justice of the EU sadece “üye devlet”, yargıç ve advocate general atayabilir. (Advocate General bizdeki bir tür Danıştay Kanun sözcüsü, AYM de raportör benzeri bir görev yapmaktadır.) Federe Devlet, yargıç ve advocate general atayamaz, böyle bir yetkisi yoktur.

Avrupa Adalet Divanı’nda sadece üye Devletler dava açma yetkisine sahiptir. Üye Devletler dışında federe Devletlerin dava açma yetkisi yoktur.

Avrupa Parlamentosu’nda 780 civarında parlamenterden altısı Kıbrıs’tan seçilecektir. Bunlarda ikisinin Türk olabileceği düşünülmektedir. Parlamentoda siyasi gruplar oluşturulmaktadır. Yunanistan’ın 25 parlamenteri vardı. Yeni üyeler geldikten sonra bu sayı 21 e düşmesine rağmen her siyasi grupta Yunan parlamenter olacağından Kıbrıs’dan seçilecek 2 Kıbrıslı Türk üyenin etkin olması mümkün değildir.

Üye Devletlerin oybirliğiyle alınacak kararlar sadece kurucu antlaşmaların tadili ve yeni üye kabulüne ilişkindir. Yeni üye kabulü zaten kurucu antlaşmada değişiklik yapmakla mümkün olur. Bu konularda sadece üye Devletin veto yetkisi vardır. (Kıbrıs konusunda “üzerinde mutabakata varılacak bir düzende” Türk ve Rumların anlaşmaya varamadıkları bir konuda “Kıbrıs”ın oy kullanmaması öngörülse dahi, Yunanistan tam üye olarak tüm gidişatı yönlendirebilecektir.)

Bunlar dışında hemen hemen tüm konularda bakanların yer aldığı Konsey’de kararlar nitelikli çoğunlukla qualified majority ile alınır. Birlik Anlaşması 16(4) maddesine göre o yasama işleminin çıkması için üye Devletlerden 15 inin bu yönde oy vermesi gerektiği gibi bu üye Devletlerin nüfusunun AB’nin toplam nüfusunun % 65 ini temsil etmesi gerekir. Çok karmaşık bir oy sistemi vardır. TFEU 239(2) maddesine göre bazı durumlarda üye Devletlerin U inin, bazı durumlarda % 72 sinin onay vermesi gerekir.

Bir yasama işlemesinin çıkmasına engel olmak için Bakanların temsil edildiği Council yani Konsey’de en az 4 üyenin karşı çıkması şarttır ki buna blocking minority denmektedir.

AB’nin bu ve diğer kurumlarında yani “institutions”da temsil edilmek bu nedenle fevkalade önemlidir. KKTC açısından ise bu önem hayati-yaşamsal niteliktedir.

Bu da sadece bağımsız bir “Üye Devlet” olarak katılmakla mümkün olur.

Ancak Yunanistan’ın bütün gücüyle tüm kurumlarda yer aldığı AB’de bağımsız Kıbrıs Türk Devleti’nin karar mekanizmalarında tam üye olsa dahi sözünü dinletmesi mümkün değildir.

Zaten ikinci bir Helen Devleti olan Rum Cumhuriyeti de üye olduğundan bu iki devlet diğer ülkeleri parmaklarında oynatacaktır.

Onun içindir ki daha 1959-60 antlaşmalarında Türkiye ve Yunanistan’ın aynı anda üyesi olmadığı bir kuruluşa Kıbrıs katılamaz hükmü konmuştur. Bu son derece ileri görüşlü ve Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini korumak açısından isabetli bir düzenleme idi.

1959-1960’ta AET için öngörüldüğü açık olan bu hüküm, bugün o Avrupa Ekonomik Topluluğu AET’nin yerine yetkilerin çok daha genişlediği Avrupa Birliği’ne dönüştüğü dikkate alındığı fevkalade büyük önem arzetmektedir.

AET daha altı üyeli, çok daha kısıtlı yetkileri olan kuruluş iken Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın aynı anda üye olmadığı bir AET’ye girmesi sakıncalı bulunmuş, Kıbrıs Türklerinin 1960 Anayasası’nın öngördüğü o çok muhkem koruyucu denge ve denetim esasına dayanan sisteminde dahi tehlikeli görülmüş iken bugün 27 üye Devletten oluşan ve yetkileri gittikçe artan AB içinde federe devlet statüsünde korumasız kalması düşünülemez.

Üye olmakla Devlet (o Devlet içinde federe Devletler de dahil olmak üzere), yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin önemli bir bölümünü AB kurumlarına devretmektedir.

Bir başka deyişle, AB üyesi Devletler, egemenliklerinin bir bölümünü Avrupa Birliği’ne ve Birliğin yasama, yürütme ve yargı organlarına devretmiş olmaktadır (Transfer of sovereignty). O nedenle egemen eşitlik mutlaka sağlanmalıdır. Politik eşitlik veya siyasi eşitlik AB içinde hiçbir şey ifade etmez.

“Federasyon içinde AB üyesi olalım” diyenlerin bu konuların ayrıntılarını bilmedikleri anlaşılmaktadır. Ayrıntı olarak görülecek noktalar baktığınızda temel sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere AB konusu çok özel ihtisas gerektiren bir husustur. Hatta AB uzmanları da farklı branşlara göre ihtisaslaşırlar.

O nedenle, AB hukukunun ve kurumların özellikleri ve işleyişleri, özellikle uygulamalarda görülen gelişmeler bilinmeden federasyon istemek Kıbrıs Türkü için adeta intihar etmek demektir.

AB’nin yetkileri nedir?

AB,........

© Kıbrıs Gazetesi