menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gümenüz, deniz ve mehtap sordular seni, neredesin?

22 1
14.05.2025

63’de ismi Yakakent olarak değiştirilse de, biz eskiler için Gümenüz’dür. ‘60’larda Alaçam’dan Gerze’ye giderken, sağda, deniz kenarında, şirin mi şirin bir balıkçı nahiyesiydi Gümenüz, bütün binâlar meydandan çıkışa kadarki cadde üzerine sağlı sollu dizilmişlerdi. Gümenüz’de ‘60’lardan üç çeşit binâ anımsıyorum, ahşaplar, tek katlı kâgirler ve kesme taş duvarlı, cumbalı, geniş avlulular. Bugün onlardan kaçı kaldı, bilmiyorum, teyzemin oğlu Ali Fuat’a sormalıyım, en son gittiğimde, salgından iki üç yıl önceydi, bir şâir ve yazar Güven Turan’ın halası Nermin teyzenin geniş avlulusu kalmıştı, onların avlusu eskiden rahmetli anneannem Sabiha Hanım’ın mavi boyalı ahşabının tam karşısına düşüyordu. Maalesef, artık Sabiha Hanım’ın iki katlı ahşabı da, Gülser teyzemin tek katlı kâgiri de yok, yerlerine Gümenüz’e hiç yakışmayan birkaç katlı apartmanlar kondurulmuş.

Gümenüz’ü 19’uncu yüzyılın hemen başında Gerzeli birkaç ailenin kurduğu söylenir, mahal Kominos mevkiiymiş, anne tarafım da Gerze’den daha sonra gelen ailelerdendir, aynı yüzyılın sonundaysa Doğu Karadeniz’den göç almış, ‘23 ve ‘24 yıllarındaysa Selânik, Kavala, Drama ve Sarışaban mübâdili aileler iskân edilmiş. ‘60’larda Samsun’dan Gümenüz’e gelmek şimdiki gibi öyle kolay değildi, önce kamyon şasesi üzerine çatılmış yerli ağaç kasadan burunlu Bafra otobüsüne binilirdi, bir saat kadar sonra da Bafra’dan Alaçam minibüslerine geçerdik, Alaçam olsa olsa otuz kilmotre kadar mesâfede, ama yine de yarım saatten fazla alıyor, oradan Yakakent taksi dolmuşlarına, sekiz dokuz kilometre sonra sağa sapınca da sanki Orhan Veli’nin şiirindeki gibi ânîden karşımıza deniz çıkıyordu.

Sabiha Hanım’ın ahşabı çarşıdan az ileride, denize sıfır, yanındaki tahta kapılı taşlığı unutmam mümkün değil, taşlıkta asırlık bir dut ağacı, arkasında on beş yirmi adımlık küçük bir bahçe, domates, hıyar, patlıcan ve sivri biber ekili, bahçe tahta çitle kumsaldan ayrılmış, çitin sağ tarafındaysa bir berhana var, orada da İsmail ve İbrahim dayımların kayığı ve balık ağları duruyor. Ahşabın ilk katında İsmail dayım oturuyor, içeriden merdivenle ikinci kattaki büyük salona çıkılıyordu, salonun sağında denize bakan iki oda, birinde İbrahim dayım kalıyor, ikincisinde anneannem, bir de tam karşıda caddeye bakan bir oda var, misâfir için ayrılmış, biz geldiğimizde orada kalırdık. Salonun cadde tarafındaki cumba çok şirindi, önünde kerevet, anneannem mangal közünde yaptığı şekerli kahvesini ve Gelincik sigarasını orada içerdi, salonun küçük penceresi de taşlıktaki dut ağacına bakıyordu, o pencerenin pervazındaysa bütün gün Ali uyuyordu.

Ali, anneannemin yaşlı tekir kedisiydi, hayli uzun yaşadı, ben dahi ona yetiştim, ilkokul iki veya üçteyken onun bütün dişlerinin döküldüğünü, Sabiha Hanım’ın balıkları ezip Ali’yi eliyle beslediğini anımsıyorum. Etin ve şekerin bulunmadığı, ekmeğinse karneyle satıldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Ali, her gün Gümenüz’ün dışındaki tütün tarlalarından sakarmeke ve çulluk yakalayıp ahşaba getirirmiş, bu yüzden kıtlıkta hiç etsiz kalmamışlar. Pervazda uyurken taşlığa düşüp öldüğündeyse, teyzemin oğlu Ali Fuat’ın doğduğu yıldı galiba, yirmi altısında olduğunu söylemişlerdi. Ondan sonra Mestan oldu, biz Gümenüz’e geldiğimizde Mestan mutlaka doğurmuş olurdu, en büyük keyfim onun yavrularıyla oynamaktı, Gülser teyzem Necmi eniştemin az ilerideki bahçeli tek katlı kâgirine gelin gittiğinde Mestan’ın yavrularından birkaçını da sepetle götürmüştü.

Ben çok küçükken Halise-Talip Apaydın ve Muzaffer-Fakir Baykurt çifti de Gümenüz’e birkaç günlüğüne bize gelirlermiş, deniz kenarında epeyce fotoğraflarını buldum, onlarla birlikte Alaçam’dan Rus Fatma veya Foto Fatoş olarak bilinen Fatma Kaya da Alaçam’dan Gümenüz’e damlarmış. Rus Fatma’nın........

© Karar