“Ömrümüzün son demi son baharıdır artık, mâzîye bir bakıver neler neler bıraktık”
“Ancak ‘60’larda kedi taşıma çantası diye bir şey yoktu, onu plastik file örgülü pazar çantamıza koyduk, çok uslu bir kediydi, yol boyunca bize hiç sıkıntı çıkarmadı, Erzincan bir iki kilometre kadar geride kalınca çantadan annemin omzuna çıkıp Yozgat’a kadar oradan yolu seyretmişti.”
Annemin ataması Erzincan’dan İstanbul’a, babamın atamasıysa Erzincan’dan Van’a yapılmıştı. Solcu saydığı bir öğretmen ailesini dağıtmak, sanırım Milli Eğitim’in intikam için bulduğu son çâreydi, çünkü babamı tenzili rütbeyle Siirt’ten Erzincan’a sürgün etmek bir işe yaramamıştı. Bunu öğrenen Elazığ Akıl Hastahânesi’nin başhekimi Mutenit Yazıcı, babama üç aylık bir rapor düzenlemiş ve o süre içinde Ankara’ya gidip atamasını İstanbul’a yaptırmasını söylemişti. Babam da raporuyla İstanbul’a gidip, Arif Damar’ın Suâdiye’de mal sâhibiyle bizim için konuştuğu Uğur Apartmanı’ndaki daireyi kirâlamıştı. Bu arada ahbâbından Bakırköy Akıl Hastahânesi başhekimi Faruk Bayülkem’e de uğramış, adamcağız kaşla göz arasında babamın raporunu üç ay daha uzatıvermiş. Bunun üzerine babamın İstanbul’dan Ankara’ya geçip Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem ile hayli sert bir tartışma yapması basına intikal edince, Mehmed Kemal’in hemen Süleyman Demirel’e ulaştığını ve ancak Süleyman Demirel’in şifâhi talimatıyla işin tatlıya bağlandığını anımsıyorum.
Eşyâmız, büyük kısmı kitaplar ve dergi ciltleriydi, kırmızı renkli Thames Trader’e yüklendiğinde, Remide Devrim-Şiar Yalçın çifti de Kemah’tan bizi uğurlamaya gelmişlerdi. Kızılcahamam’dan Siirt’e taşınırken Toto’yu bırakmamız ve Siirt’ten Erzincan’a taşınırken de kamyonun yarım açık camından Pamuk’un kaçması içimizde kapanmayan birer yara olarak kaldığından, bu defa kedimiz Timur’u bırakmayacaktık. Ancak ‘60’larda kedi taşıma çantası diye bir şey yoktu, onu plastik file örgülü pazar çantamıza koyduk, çok uslu bir kediydi, yol boyunca bize hiç sıkıntı çıkarmadı, Erzincan bir iki kilometre kadar geride kalınca çantadan annemin omzuna çıkıp Yozgat’a kadar oradan yolu seyretmişti.
Öğleden sonra Yozgat’a girdiğimizde yemek molası verdik, sanırım Eski Üzüm Pazarı Aralığı’ndaki Yayla Lokantası’ydı, babam da o fırsattan istifâde Abbas Sayar’ı ve Hamit Taris’i aramaya çıkmıştı. Abbas Sayar meğerse iki gündür İstanbul’daymış, ama çoluk çocuk Tarislerle gelip, hep birlikte Çamlık’a çay içmeye çıktık. Yozgat’tan ayrılırken hava kararmıştı, bu nedenle Kızılcaham’a saptık, geceyi orada geçirip, sabah erkenden İstanbul’a yol alacaktık. Kızılcahamam’a vardığımızda gece yarısına yakındı, eski apartmanımızın hemen karşısındaki bir otele indik, Vasfiye-İsmet Kemal Karadayı da artık Kızılcahamam’da yoktu, annem bütün gece otel odamızın penceresinden eski apartmanımıza bakıp, yıllar önce Siirt’e giderken bıraktığımız kedimiz Toto için ağlamıştı, gündüz olsaydı onu sorup soruşturur, sağ bulursa mutlaka İstanbul’a götürürdü.
Kızılcahamam’dan yola çıktığımızda şafak henüz sökmemişti, hepimiz uyku sersemiyiz. Kamyonun radyosu yok ki, kendimize gelelim. Neyse, şu bizim ‘55 model Neckermann’ı yeniden açıp, hayâli cihâna değer, bir Kızılcaham türküsüyle şoföre vites attıralım. “Ay bulutta bulutta / Gelin gelin gel oyna / Mendilim kaldı dutta / Vay vay / Kalırsa varsın kalsın / Gelin gelin gel oyna / Yenisi var sandıkta / Vay vay / Giden ay tutulur mu / Gelin gelin gel oyna / Bala tuz katılır mı / Vay vay / Şu uzun gecelerde / Gelin gelin gel oyna / Yalnız yatılır mı / Vay vay”. İnanın, bir türkü çığırdığında zorlu Çamlıdere ve Akyama geçitlerini hissetmiyorsun, sonrasıysa kolay, Gerede, Yeniçağ, Bolu, şehrin az dışında Varan Turizm’in tesisinde birer domates çorbası, Düzce, Hendek ve Kocaeli derken, sonunda mavili beyazlı İstanbul il sınırı tabelasını görüyoruz.
Suadiye,1970. Behzat Ay, Aziz Nesin, Ali Nesin, kucağında Timur, Taner Ay, Meral Çelen, Ahmet Nesin, Nermin Ay, Aydan Ay.
Kızılcaham’dan İstanbul’a kadar yol bir türlü bitmek bilmemişti, Suâdiye’ye ulaştığımızdaysa Arif Damar bizi Uğur........
© Karar
