Hakikatin sahte suretleri, çürümüşlüğün ideal hâli
E-imza yoluyla diploma üreten bir çetenin çökertildiği haberini ilk okuduğumda aklıma gelen ilk şey, bir dolandırıcılık vakasından ziyade, çürümenin artık ideal forma bürünmüş hâli olduğuydu. Çünkü burada mesele, birkaç kişinin sahte belge düzenlemesi değil bu belgelerle devlet aygıtının, bir liyakat sisteminin, bir eğitim yapısının ve en önemlisi toplumsal adalet duygusunun hiçbir sarsıntı yaşanmadan istismar edilebilmesiydi.
Sahtecilik eyleminden çok daha büyük olan şey, bu eylemin artık olağan sayılmasıdır.
Türkiye, uzun süredir skandallar zincirinden geçmiyor. Aksine, hiçbir şeyin skandal olarak algılanmadığı, hiçbir sorumluluğun utanca yol açmadığı, hiçbir çürümüşlüğün istifa gerektirmediği bir “skandalsızlık rejimi” içinde sürükleniyor. Burası artık arlanmanın unutulduğu, uyumun belirleyici olduğu bir ülke. Bu suskunluk, sadece yukarıdan aşağıya empoze edilen bir tahakküm gibi gözükse de aynı zamanda aşağıdan yukarıya, yani toplumun geniş kesimlerinden yükselen bir rıza üretimiyle işliyor.
Çeteleşmiş bir yapının devlete sızması, bu sahte belgelerin “meşru belge” olarak kabul edilmesi meselenin ne denli ciddi olduğunun delili. Sınavı geçemeyen biri sınavı kazanmış gibi gösteriliyorsa, psikoloji okumamış birisi seansı fahiş ücretlerle psikologluk yapabiliyorsa -ki örnekler sayılmayacak kadar çok- bu duruma sadece bireysel yolsuzluk diyemeyiz ancak ulusal bir “sahtecilik” mimarisi diyebiliriz.
Bu yapı artık suç üretmiyor, yapı kendi normalini, kendi meşruiyetini üretiyor.
Bugün Türkiye’de “diploma” sözcüğü, bir öğrenim sürecini değil, belirli kanallar aracılığıyla temin edilen bir ayrıcalığı çağrıştırıyor. “Akademisyenlik”, bilginin izini süren bir meşguliyet değil, atanmış bir sıfatın resmiyet kazanmış hâli gibi duruyor. “Eğitim” ise düşünsel bir derinliğe değil, sahneye konmuş bir gösteriye benziyor. Öğrenciler, hakikatin peşinde yürümekten çok, biçimsel uygunlukla sınanıyor. Kavramlar anlam üretmiyor, yalnızca aidiyet........
© Karar
