menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Feyruz oğlu Ziad Rahbani’nin ardından...

24 0
30.07.2025

Yaşamak, kimileri için yalnızca bir varlık hali değildir, bir tanıklıktır. Kendi acısından fazlasını sırtlanmak, susanların dili, bastırılanların yankısı olmak demektir. Ziad Rahbani, işte böyle bir yükün adamıydı. Lübnan’ın yalnızca bestelenmemiş melodilerini değil, bastırılmış çığlıklarını da sahneye taşıyan, kalemiyle, piyanosuyla, oyunlarıyla yılmadan anlatan bir isimdi… Sanatı bir süs değil, yüzleşme biçimi olarak gördü. Her nota, her replik, her cümle, konuşamayan bir coğrafyanın iç sesi gibiydi.

1956’da Beyrut yakınlarında doğduğunda, Lübnan hâlâ “Ortadoğu’nun Paris’i” diye anılıyordu. Şık caddeler, denize açılan sokaklar, Fransızca konuşan elitler, vitrinlere yansıyan Batılı hayaller... Şehrin kalbinde yer alan Beyrut Amerikan Üniversitesi, bölgenin aydınlarıyla aristokrat çocuklarını aynı kampüste buluşturuyor, bir yanda liberal düşünce, diğer yanda seçkinci kayıtsızlık el ele veriyordu. Fakat bu gösterişli yüzeyin altında biriken öfke, kimsenin ciddiye almadığı kadar yakındı. Mezhepler arasında örülmüş görünmez duvarlar, sınıf ayrımlarının gittikçe keskinleşmesi, Filistinli mültecilerin maruz kaldığı sistematik dışlama... Her şey, bir sabah ansızın patlayacak bir şiddetin habercisiydi. O şiddet 1975’te geldi. Ve 15 yıl süren bir iç savaş başladı. Lübnan, yalnızca yıkılmadı, bölündü, parçalandı, susturuldu.

Ziad henüz 18 yaşındaydı ve ilk oyunu Nazl el-Sourour’u yazdığında henüz barikatlar kurulmamıştı fakat şehir çoktan sarsılmaya başlamıştı. O, sezmişti. Karikatürle, alayla, ironiyle halkın boğazındaki yumruyu sahneye taşıdı. Mizahı, gerçekliğin içinden çıkarıyor, komediyi, bastırılmış korkuların dili olarak kullanıyordu. Daha o yaşta, Lübnan’ın sadece siyasi değil, ahlaki bir çöküşün eşiğinde olduğunu anlatıyordu. Ziad’ın en önemli ayırt edici yanı, kime benzediği değil, kime benzemediğiydi. Çünkü öyle bir annenin oğluydu ki, gölgesinde bile var olmak başlı başına bir ömre yeterdi. Feyruz... Lübnan’ın sesi, Arap dünyasının sabah duası gibi dinlediği o kudretli kadın. Onun oğlu olmak, çoğu kişi için hazır bir alkış, güvenli bir hayat, müzikal bir korunak........

© Karar