Türkiye, IMEC Kuşatmasını Kırabilecek mi?
Körfez'den Akdeniz'e Jeopolitik Satranç
Türkiye’nin yüzyıllardır kaderini tayin eden jeostratejik konumu, bugün yeniden büyük bir hesaplaşmanın merkezine oturmuş durumda. Asya ile Avrupa arasındaki binlerce yıllık geçiş koridoru, şimdi İsrail öncülüğünde şekillenen ve Hindistan'dan Avrupa'ya uzanması hedeflenen yeni bir ekonomik ve stratejik hat ile bypass edilmeye çalışılıyor. Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) adıyla servis edilen bu proje, yalnızca taşımacılığı değil, Türkiye’nin tarihsel olarak inşa ettiği lojistik, siyasi ve manevi rolü hedef alan çok katmanlı bir kuşatma anlamı taşıyor. Hayfa Limanı ile Dubai hattını birbirine bağlayan ve Süveyş Kanalı’na göre yüzde 30 daha hızlı olduğu iddia edilen bu yeni aks, yılda 15 milyon tonluk kapasiteyle İstanbul-Ambarlı ve İzmir-Aliağa gibi Türkiye’nin Akdeniz’deki lojistik üslerini doğrudan devre dışı bırakmayı amaçlıyor. Bu hattın ardındaki akıl ise basit bir ekonomi ortaklığı değil; ABD'nin stratejik mühendisliği, İsrail'in askeri-teknolojik know-how’ı ve Körfez sermayesinin bir araya geldiği, Türkiye’yi jeoekonomik denklemden dışlamak isteyen sofistike bir dizayn.
Bu proje, Hürmüz Boğazı’ndaki istikrarsızlık bahanesiyle meşrulaştırılsa da, gerçekte Türkiye’nin doğu-batı ticaretinde üstlendiği tarihi geçiş rolünü kırmak, Anadolu’yu bir kenar bölgeye dönüştürmek ve Türkiye’nin bölgesel belirleyiciliğini sıfırlamak için kurgulanmış bir bypass sistemidir. Dolayısıyla Ankara’nın önünde artık bir tercih değil, bir zorunluluk vardır: Ya Avrasya geçişinin vazgeçilmez güzergâhı olarak pozisyonunu tahkim edecek ya da bölgesel denklemde etkisiz bir figür haline gelecektir. Bu yalnızca fiziki rotaların değişimi meselesi değildir. Türkiye’nin İslam dünyasında üstlendiği tarihsel liderlik, Filistin meselesinde yürüttüğü ahlaki pozisyon ve Kudüs eksenli manevî diplomasi de bu kuşatmanın hedefindedir. Abraham Anlaşmaları'nın ikinci dalgası niteliğindeki bu girişim, sadece ticari değil aynı zamanda siyasi bir eksen inşasıdır. Gazze’nin geleceğine dair oluşturulmak istenen Arap eksenli “dörtlü mekanizma”, Türkiye’yi bu tarihi denklemden koparmak ve İslam dünyasının temsil gücünü Körfez merkezli, Batı’ya entegre aktörlere devretmek anlamına gelir.
Bu jeopolitik planın içinde Ürdün ve Mısır’ın sessizce üstlendiği roller ve özellikle Gazze'nin yönetimi konusundaki muhtemel pozisyonları, Türkiye'nin sadece fiziki değil aynı zamanda sembolik bir kuşatma altında olduğunu ortaya koyuyor. Mescid-i Aksa’nın statüsünde yaşanacak herhangi bir........
© İstiklal
