menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İkna Odaları Kadına Şiddet Odalarıydı

9 0
25.06.2025

1990’lı yıllarda dönemin en revaçta meselesiydi başörtüsü. Mesele dedik çünkü o dönemin anlatımıyla Cumhuriyetin kurucu değerlerinden olan laiklik ilkesine ters düşüyordu.

Peki neydi Laiklik?

Laikliğin tanımı temel unsurlarıyla ele alındığında birkaç maddede şöyle özetlenmiştir :

· Devletin resmi dini olamaz

· Tüm din ve inançlara eşit mesafede durulur

· Dini kurallar devlet yönetiminde belirleyici değildir

· Bireyler dini inançlarında özgürdür, ister inanır ister inanmaz

· Eğitim hukuk ve kamu hizmetleri akıl ve bilim temelinde yürütülür.

Bu içerikten hareketle, uygulanan başörtüsü yasağı laiklik tanımının temel unsurları ile çelişir durumda.

Nasıl mı?

Üniversite sınavlarına ve okullarımıza bizler rahatlıkla girerken başörtülü kız arkadaşlarımız başörtülerini çıkarır çantalarına koyar öyle girerlerdi içeri. Başını açmadığı taktirde okula alınmazdı, yasaktı… Başörtülü bir kadına örtüsünü açtırmak bizlere yani başı kapalı olmayanlara “soyun!” demek gibiydi.

Askeri garnizonlar, üniversiteler, adliyeler, kısacası tüm kamu kurumları yasak telleri ile kapatmıştı kapılarını. Asker anneleri evlatlarının yemin törenine alınmazdı, başörtüsünü açmadı diye. Bu haliyle tatsız bir durumu izah etmek bile utanç vesikasıdır bu ülke için. O dönem din, inanç ve laiklik bağlamı üzerinden başörtüsü bahanesiyle kabusun içinden geçirildi kadınlar.

Türkiye’de her zaman bir şeyler bahane edildi devletin “beka” sorunu diyerek. Özgüvensiz bir hali var sanki içten içe milletin. Her iki laftan biri bölünmek, diğeri rejim değişikliği sanki kepenkleri kapatıp memleketi terk etmek üzerine kurgulanan topyekün korkular…

1990’lı yıllarda da başörtüsü “laiklik ilkesinin beka sorunuydu!” Ülkemizin, bekafobiası hiç dinmeyen bir devlet anlayışı var desek yerinde olur.

Başörtüsü yasağının uygulandığı üniversitelerde, özellikle 1997’deki 28 şubat post modern darbesi sonrasında yaygınlaşan ve başörtülü öğrencilerin “başlarını açmaları” için psikolojik ve sözel baskıların uygulandığı “ikna odaları” oluşturuldu. Üniversitelerde özel olarak bu iş için tahsis edilmiş odalarda başörtülü kızlar birer ruh hastası olarak kabul edilip psikologlar ve rehber danışmanlar eşliğinde hem doğrudan baskı gördüler hem de eğitim hayatlarının tehdit edilmesi yoluyla iknaya çalışıldılar.

En bilinen örneklerin başında İstanbul Üniversitesi geliyordu. Dönemin meşhur Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu ekibiyle birlikte ikna odalarının ülke çapında simge isimleri olmuştu.

Ülkenin hemen hemen tüm üniversitelerinde süreç en acımasız haliyle devam ederken kızların bir bölümü okulu bırakmak zorunda kaldılar. Bazıları üniversite eğitimine yurt dışında devam ederken bazıları sadece okulda başörtüsünü çıkarıp çantasına sakladı ve okumaya devam etti. Çantadaki başörtüsü ikna olmuş bir öğrencinin değil, köprüyü geçen kadar Üniversite rektörlerine ve ekibine dayı demek anlamına geliyordu. Evli olup okumaya çalışanlardan hamile olan kadınların bazıları ise bu baskılara dayanamayıp düşük yaptılar, bebeklerini kaybettiler.

Okul kapılarında polisin müdahalesi ve ellerinde kitaplarıyla başörtülü gençlerin mücadelesi. Okumaya mı geliyor yoksa her gün başına ne geleceği belirsiz çatışmalara mı gidiyor belli değildi öğrencilerin. Basın ve medya eliyle canavar gibi gösterilen kızlar; ötekileştirme, toplumu kutuplaştırma ve Harlem usulü ayrımcılıkla yüz yüzeydi.

İşte ikna odalarının sözde laikliğe zeval getirmemek adına sergilediği marifeti. Uzunca süre etkisi devam edecek, ülkenin belki de elli........

© İstiklal