Başarı Putundan Kurtulmak
Kameralar hep kazananlara çevrili. Alkışlar en hızlılara, en başarılılara, en iyilere...
Sahnede olmak istiyorsan, başarman gerek. Peki ama, neyin bedeliyle?
Sadece dereceye giren çocuğun alkışlanıp sevildiği, yalnızca en çok satış yapan çalışanın takdir edildiği bir dünya, geriye ne kadar insanlık bırakıyor? Sanki insanın değeri, ölçülebilir başarıların dar kalıplarına hapsedilmiş gibi…
Başarı kıymetlidir şüphesiz. Azmin, disiplinin, sabrın meyvesidir. Fakat mesele şu: Başarı, insanın tek değeriymiş gibi kutsandığında, geri kalan her şey ve herkes gölgede kalır. Oysa insan sadece başardığında değil; denediğinde, düştüğünde, dizleri sızlaya sızlaya yeniden ayağa kalktığında, vazgeçmediğinde de anlam kazanır.
Bugün herkesin derdi görünür olmak, parlamak, bir ödül listesinde yer almak. Sosyal medyanın parıltılı vitrinleri, bu görünmez başarı mabedine her gün yeni adaklar sunuyor. Ama hayat sadece düz çizgilerden ibaret değildir. Bazen bir yolculuk, varmakla değil yolda kalmakla öğretir. Tıpkı bir dağcının zirveden önceki her kampında keşfettiği içsel güç gibi. Bazen kazanmak değil, kaybetmeyi kabullenmek ve ondan ders çıkarmak olgunlaştırır insanı.
Japon sanatı Kintsugi’de olduğu gibi; kırılan çömlek parçaları altınla tamir edilir ve bu onarımlar, nesneye eşsiz bir güzellik kazandırır. İnsan da öyledir; yaşadığı kırılmalarla, ve o kırıklardan sonra onardığı yönleriyle biricikleşir. Ve unutulmamalı: Hayatta her şey zıddıyla var olur. Gecesiz gündüz olmaz, kışsız bahar gelmez, yenilgisiz zaferin kıymeti bilinmez.
Mevlânâ’nın özünde yatan ders şudur: Karanlığa sövmek yerine, kalk bir mum yak. Başarısızlığı lanetlemek yerine,........
© İstiklal
