Aksa’da İlk İtikâf
Zekeriya onun yanına, mihraba her girişinde orada bir rızık buldu. Dedi ki “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” O da “Bu Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir.[1] Safiyane niyetlerle çıkılan hayırlı yolculuklarda, insan, ummadığı yerlerden gelen rızıklara hayret etmemeli. Zavallı insan buna kendini ne kadar hazırlasa da ayetlere imanı ne kadar tam olsa da bu tür tecrübeleri ne kadar yaşamış olsa da şaşırmaktan kendini alamıyor. Hayreti her seferinde artıyor; imanı, üzerine yağan nimetleri gördükçe sağlamlaşıyor. Şüphesiz insan Allah’ın üzerindeki nimetlerini saymaya kalksa sayamaz.
Hicri 1444 yılının Ramazan ayında, mübarek son on günde Allah’ın bize nasip ettiği Aksa’da ilk itikâf da üzerimize yağan nimetlerin şüphesiz başlıcalarındandı. Böyle bir yolculuğa çıkmak bile başlı başına bir rahmet ve bereketti. Yolculuk sırasında karşılaştığımız insanlar, bize yapılan ikramlar, yeni kurulan tanışıklıklar da cabası… Genciyle yaşlısıyla, kırk küsür Müslümanı kısa sürede cazibesiyle kendine çeken bir fikirdi Aksa’da itikafa girmek. Heyecanımız sâriydi. Daha önce bu baldan tadanlar hararetle anlatıyorlar, bu balın adını telaffuz etmek bile ağzımızı tatlandırmaya yetiyordu. Biletlerimizi aldık, pasaport kontrolünde göstermek üzere, her ihtimale hazırlıklı olmak icap ediyordu, otel rezervasyonlarımızı yaptık ve Bismillah diyerek yola çıktık. Kalabalık erkek gruplarına sıkıntı çıkarıldığını duyduğumuz için iki-üç kişilik gruplar halinde pasaport kontrolünden geçtik. Ben ve babam rahatça geçtik. İçerde de ekiple tekrar bir araya geldik.
Trenle Kudüs’e vardığımızda Kudüs soğuk ve yağmurluydu. Tramvay için kart almaya çalışırken hepimiz ıslandık. Uzun uğraşlar sonucu herkes kart aldı ve tramvayla eski şehre Şam kapısından giriş yaptık. Yağmurun altında, taş duvarlar arasında, taşlarla döşeli yollarda yürüyerek Harem bölgesine ulaştık. İtikâf boyunca istirahatgâhımız olacak Mervan mescidinde bir duvar dibine eşyalarımızı yayıp kurutmaya ve telefonlarımızı şarj etmeye çalıştık. O sırada Afrika’dan gelmiş birisi bana kapıların açılma ve kapanma zamanını, nerenin kadınlara ait olduğunu, iftar ve sahurun nasıl yapıldığını ayrıntılarıyla anlattı. Kudüs’te muhabbet kurduğum ilk kişi olmuştu ve devamı da bin bereketiyle gelecekti.
Eğer o gece Mervan mescidinde uyumak zorunda kalsaydık, sanıyorum, hepimiz hasta olur ve o şartlar altında kolay kolay da toparlanamazdık. Sonraki günlerde kat kat giyinmeme rağmen uyurken ne kadar üşüdüğümü düşününce bu kanım daha da kuvvetleniyor.
Atalar sözüdür ve Allahuâ’lem doğrudur: Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş. Bizim de Hızırımız el-Halilli Arif amca oldu. Daha önce itikâf için gelenlere çok yardımları dokunmuş olan ve gerçek bir Hızır gibi bizim onu bulmamızı beklemeden bizi bulan Arif amcanın en göze çarpan özelliği buydu. Arif amca akşam altıda Mescid-i Aksa’nın önünde buluşmak üzere bizi ikna etti.
El-Halil
Önce uzun bir otobüs yolculuğu yaptık sonra da hapishane kulelerinin içinden kameraların gözetiminde geçerek Beytüllahim’den Batı Şeria’ya girmiş olduk. Daha önce duyduğum hikâyelerden ötürü girişimizde hiç askerle karşılaşmamak beni biraz şaşırtmıştı. Meğer içeri girmek değil dışarı çıkmak zormuş. Yeri gelince bahsedeceğim.
Beytüllahim’den bir grup Arif amcanın arabasıyla, biz ikinci bir grup da taksiyle el-Halil’e geçtik. O sırada ancak on kişi kadardık, ekibin geri kalanı birkaç gün sonra bize katılacaktı. Yolda o sırada çok dikkatimi çeken ve hoşuma giden, küçük ama önemsiz olmayan bir ikramla karşılaştık. Yollarda insanlar ellerinde küçük su ve hurma paketleriyle........
© İnsaniyet
visit website