menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mücahit Korkut İle Babalar ve Çocuklar Modern Bir Nasreddin Hoca: Halil Korkut

12 0
27.09.2025

Babanız çok şakacı, esprili ve latife ehli. Bu sonradan oluşan bir durum mu yoksa çocukluğundan beri devam eden bir özellik mi? Örnekler verebilir misiniz?

Evet, babam şakacı, esprili ve sizin ifadenizle tam bir “latife ehli” idi. Bu özelliği çocukluğundan beri kendini göstermiştir. Şöyle ki; babam daha 6-7 yaşlarındayken, babaannesi (bizim ifademizle nenesi), onun okumasını ve hafız olmasını çok arzu ettiğinden bir gün ona,

“Oğlum, oku oku da göze gir,” der.

Babam da dersini bir süre okuduktan sonra ortadan kaybolur. Herkes onu aramaya başlar. Epey bir zaman geçtikten sonra onu ambarda bulurlar. O dönemde ambarın buğday veya mısır konulan bölmelerinin her birine “göz” denirdi. Dedem, babamı bu gözlerden birinin içinde buğdaylarla oynarken bulunca kızarak,

“Ne yapıyorsun buğdayların içinde? Niye buradasın?” diye sorar. Babam da dedeme,

“Ne yapayım, nenem bana ‘oku oku da göze gir’ dedi. Ben de dersimi okudum, sonra da geldim göze girdim,” diyerek daha o yaşta ne kadar esprili olduğunu göstermiştir.

Rabbim sıhhat ve afiyetler versin Halil Hocamıza. Kendisi emekli. Hayatını sükûnetle yaşıyor. Öncelikle babanızdan biraz bahseder misiniz?

Babam Halil Korkut, 1945 yılında Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı Küçük Orcuk köyünde doğmuştur. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i öğrenip hafızlığını köyün imamı ve amcasında tamamladıktan sonra henüz 17 yaşındayken kendi köyünde imamlığa başlamıştır. İmamlık yaptığı bu dönemde ilmini artırmak amacıyla dönemin Oltu Müftüsü Selahattin Karakoçagil’den ve Erzurum Taş Cami imamı Ali Küçük Hoca’dan Arapça dersleri almıştır. “Eskimez Türkçe” olarak tabir edilen Osmanlıcayı çok iyi bilmesine rağmen Latin harflerini, çimento torbalarının kâğıtlarını defter gibi kullanarak kendi kendine öğrenmiştir. Eğitim hayatına dışarıdan sınavlara girerek devam etmiş; askere gitmeden önce ilkokul diplomasını, askerlik hizmetinin ardından ise imam hatip ortaokulunu ve lisesini tamamlamıştır.

Tüm bu sürecin sonunda Yüksek İslam Enstitüsü’ne girerek hayatında ilk defa örgün bir üniversite ortamıyla tanışmıştır. Okulda bir öğretmenin ders anlatmasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu bize sürekli anlatır ve şöyle derdi: “Yavrum, bir öğrenci dersi anlatan bir hocayı dinledikten sonra o dersi nasıl anlamaz, ben şaşarım.” Bu sebeple, bir konuyu öğretmenden dinledikten sonra kavramanın ne kadar kolay olduğunu ifade eder, biz düşük not aldığımızda bu şaşkınlığını dile getirirdi.

Babanızın eğitim sürecini, medrese hayatını anlatır mısınız?

Babamın küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i öğrenip hafızlığa başlamasında dedemin rolü çok büyüktür. Dedem, babamı motive etmek ve camiye olan bağlılığını artırmak için özel bir yöntem izlemiştir. Dedem kendi ifadesiyle şöyle anlatırdı:

“Ben hafızı (babanızı) çevre köylerine götürür, orada ezan ve namaz sonrası aşır okuturdum. Sonra caminin ileri gelenlerine, ‘Hafızı tebrik edin, şimdi şu vereceğim hediyeleri siz almış gibi yapın ve çok güzel okudun, ne kadar güzel müezzinlik yaptın gibi iltifatlarda bulunun ki çocuk camiye bağlı kalsın, hafızlığını tamamlasın. Ve ileride istediğim gibi bir hoca olsun’ derdim.”

Sanıyorum babamın imamlık, müftülük gibi görevlerini hayatı boyunca severek yapmasında dedemin bu yönlendirmesi çok etkili olmuştur.

Hocamızın yüksek tahsil süreci nasıl oldu?

Askerlik hizmetinin ardından imam hatip ortaokulunu ve lisesini yine dışarıdan sınavlara girerek tamamlamıştır. Sonrasında Yüksek İslam Enstitüsü’ne girerek hayatında ilk defa örgün eğitimle üniversite ortamında tanışmıştır.

Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazanınca Erzurum’a yakın bir köye tayinini aldırmıştır. Dumlu yakınlarındaki bu köy, Erzurum’a yaklaşık 20 kilometre mesafedeydi. Kışın en çetin günlerinde dahi her gün sabah namazını kıldırdıktan sonra köyden Dumlu’ya kadar yürür, oradan belediye otobüsüne binerek üniversiteye giderdi. O günleri şöyle anlatırdı:

“Yavrum, sabah namazını biraz erken kıldırırdım ki Dumlu otobüsüne yetişeyim ve okula zamanında varayım. Tabii kışın hava soğuk, kar, tipi olurdu. Bir de dağdan vahşi hayvanların inmesinden korkardım. Bu yüzden yoldaki elektrik direklerini saya saya yürürdüm. Direğe yaklaşana kadar hızlı gider, tam direğin yanına gelince yavaşlardım ki herhangi bir tehlike anında direğe tırmanıp kurtulabileyim.”

Böyle meşakkatli bir üniversite hayatı sürmüş, daha sonra Erzurum merkeze tayinini aldırarak biraz daha rahat bir öğrencilik dönemi geçirmiştir. Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğrenciyken evli ve yedi çocuk babası olmasıyla her zaman dikkat çeken bir kişi olduğunu söylerdi.

Öğrencilik döneminde de mizah yönü devam etmiş mi? Mesela hocalarına da şakalar, latifeler yapar mıymış?

Evet, öğrencilik döneminde de babamın mizah yönü devam etmiştir. Hem arkadaşlarıyla hem de hocalarıyla seviyeli bir şekilde şakalaşır, espriler yaparmış. Örneğin; fıkıh dersinde Yusuf Ziya Kavakçı Hoca, “bâb-ı icâre” (kiralama bölümü) konusunu anlatırken şöyle bir misal vermiş: “Adamın biri bir at kiralasa ve o ata da başka birisi binse bu caizdir.” Yüz kilonun üzerinde olan Yusuf Ziya Hoca bu örneği verince, o zamanlar 65 kilo civarında olan babam hemen söz alıp,

“Hocam, peki bu atı ben kiralasam ama siz binseniz, yine caiz olur mu?”

Bu espri hem derste konuya dikkat çekmiş hem de herkesi güldürmüş. Hoca da gülerek,

“Yahu bir düşünelim, gerçekten de atın sahibi sana göre, yani 65 kiloya göre bir değer biçmiş olabilir. Ben binersem acaba bu caiz olur mu? Bunu bir daha düşünelim,” diye cevap vermiş.

Yine Kur’an-ı Kerim dersinde bir........

© İnsaniyet