Şiyar Dicle yazdı | Negatif barış ve şiddetin kadrajı
Barış bazen çok sessizdir. Daima alkışlarla, sloganlarla ya da devasa törenlerle gelmez. Sokakların ya da ekranların alışıldık çatışma görüntüleri yerine, doğanın sıradan sesiyle uyanmaktır. Gürültüsüzdür çünkü savaş gibi kendini dayatmaz; sessizdir çünkü gösterişe ihtiyaç duymaz.
Barış, genellikle eksikliğinde fark edilir. O kadar sessiz ki, içinde bastırılmış çığlıklar, bastırılmış hafızalar, bastırılmış hayatlar vardır. Sinema ise bu sessizliğin çeperlerini yoklayan, onu görünür kılmaya çalışan en güçlü araçlardan biridir. Ancak barışın kendisi de her zaman aynı anlama gelmez. Barış dediğimiz şey, gerçekten barış mıdır? Yoksa sadece savaşın olmaması mıdır? İşte bu noktada Johan Galtung’un kuramlaştırdığı “negatif barış” kavramı devreye girer.
Negatif barış, çatışmanın sona erdiği, ancak adaletin sorunlu halini, toplumsal eşitsizliklerin devam ettiği bir durumdur. Evet silahlar susmuştur, ama sistemin görünür veya görünmez şiddet hâlâ tüm hızıyla sürmektedir.
Ve sinema disiplini bu sessizliği, bu bastırılmış çatışmaları görünür kılma işleviyle öne çıkar. Savaş sonrası filmler, askeri veya onunla paralel ilerleyen siyasi vesayet rejimleri ardından gelen geçiş dönemlerini anlatan yapımlar çoğu zaman negatif barışın sinemadaki izdüşümüdür. Hatta buna bu rejimler sonrası oluşan ya da mülteci hikâyelerini de katabiliriz.
Bu çelişkili sessizliği en açık şekilde anlatan yapımlarından biri de Mohammad Rasoulof’un There Is No Evil filmidir. Film, İran’daki idam sistemine katılmak zorunda bırakılan sıradan insanların portreleri üzerinden, baskının nasıl rutinleştirildiğini anlatır. Filmde büyük patlamalar veya meydan savaşları yoktur. Ama her sahnede vicdan çatışmaları, içsel bölünme ve ahlaki sürgün hissedilir.
Hikayedeki bireylerin en ağır yükü sessizliktir. Tam da bu noktada film, negatif barışın sinemasal bir izdüşümüne dönüşür. Çünkü........
© İlke TV
