menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İdris Baluken yazdı | Akademinin sefaleti, sefaletin faşizmi

19 1
28.08.2025

“Çok kitap taşıyan bir eşek,

kitapların içeriğini bilmediği sürece sadece yük taşır”

Şeyh Sadi Şirazi

Sefalet, çoğu kişide maddi yoksunluğu çağrıştırır. Bu vahim bir hatadır. Maddi yoksunluk, bir şekilde imkanların azlığı veya yokluğudur ki buna yoksulluk demek daha doğrudur. Anadolu veya Mezopotamya topraklarında doğup büyümüş ve her devrin “eliti” olan bir sınıfa dahil olmamışsanız, böylesi bir yoksulluktan fazlasıyla “nasiplenmişsiniz” demektir. Sefalet denen şey ise zihinsel bir olgudur ve özünde insanlığa ait değerlerin çöküşünden kaynaklanır. Yoksul insan, onur ve haysiyet kaygısı taşır, erdemli yaşamayı her şeyden fazla önemseyerek hayata tutunur. Bir lokma ekmek, bir tas çorbasını paylaşırken, göğsünde taşıdığı yüreği büyütür. Öyle ki oraya kendisinden kaçırılmak istenen tüm dünyayı sığdırmak mümkündür. O nedenle, karnı aç, gözü toktur. Zihinsel sefalet ise, maddi olanaklardan bağımsız olarak irade, vicdan ve düşüncenin çöküşüdür. İnsani değerlerin yitimidir. Yoksulluk, insana ve çabasına rağmen yaşanan bir dram iken, sefalet ise gönüllü veya bilinçli bir tercihtir. Başka bir deyişle, yoksulluk ekmeği bölerek paylaşanların yaşamı iken sefalet ise nefreti paylaştırarak büyütenlerin utancıdır. Yoksulluk utanılacak bir durum değilken, sefalet ise utanmazlığın ta kendisidir.

Asıl konumuza dönersek, bir ülkede akademi çürürse, yalnızca bilgi değil, vicdan da ölür. Uzun süredir Türkiye’de, üniversiteler, bilim üretmek yerine iktidarların ırkçı söylemlerine meşruiyet kazandıran propaganda aygıtlarına dönüşmüşlerdir. Bunun istisnaları vardır ve onlar bu yazının kapsamı dışındadır. Üniversitelerin milliyetçilik ve ırkçılık karargahları haline gelmesi bilinçli bir tercihtir. Özellikle Kürtlere karşı sistematik dışlama, inkâr ve düşmanlaştırma politikaları son yıllarda öyle bir noktaya ulaştı ki sırf Kürtlerle barışalım diyen binlerce bilim insanı üniversitelerden atılmış, gözaltına alınmış, yargılanmışlardır. Tutuklamalar, cezaevi süreçleri, sürgünler, işsizlikler ve daha pek çok sıkıntı…Bu yazı, üniversitelere ait genel sorunları irdelemekten çok, adlarının önünde akademik titre taşıyan, birkaç sözümona bilim insanının ırkçı ve nefret söylemlerini tartışmayı hedeflemektedir. Bunlardan biri herkesin bildiği bir tarihçi, bir diğeri sözümona bir tıp doktoru, bir diğeri de devlete ait bir üniversitenin rektörü pozisyonundadır. Aslında, her birinin söylemlerine bakıldığında, muhatap alınmayı hakketmedikleri açıktır. Ne var ki böylelerine hak ettikleri yanıtlar verilmediğinde, meydanı boş sanıp saçmalıklarını boyutlandırmaktan geri durmayacaklardır. Irkçılık gibi bir illeti, bilimsel bir kılıf giydirerek sıradanlaştırmaya çalışmaları, kötülüğün sıradanlık arayışından başka bir şey değildir. Bunlardan tarihçi olanı, Kürtlerin nüfuslarını seyreltme adına demografik değişimi önererek, Türkiye’ye dünyanın başka yerlerinden Türklerin getirilmesinin hayatiyetine vurgu yapıyor! Çarpık ve trajik olan şu ki, bu tarihçinin ataları da böylesi bir demografik dayatmanın mağduru olup, vakti zamanında göç etmek zorunda kalmışlardır. Nüfusla oynandığı için göç etmek zorunda kalmış bir ailenin çocuğu olarak bir başka halka demografik değişim önermiş olması, akıl ve mantıkla izah edilemediği gibi, ahlak ve vicdanla da hiçbir şekilde bağdaşmaz. Tarihçi olup tarihten bir gram ders çıkarmamak diye buna denir. Geçelim bunu, kendi kişisel veya ailesel tarihinden hiç nasiplenmemiş olması da hazindir. İnsanlık tarihi, nesiller boyu, demografik değişimi baz alarak başka halklara zulüm yağdıran zalimlerin çirkinlikleri ile doludur. Örneğin, bu zatın mantığı ile tüm Avrupa’nın Ari ırkla........

© İlke TV