Viranşehir’de bir barış hikayesi; yerel yönetimler deneyimi – 1
Yolculuk…
Hava, insanı buharlaştıracak kadar sıcak. Temmuz ayının ortasındayız ve kırk beş dereceleri gördüğümüz zamanlar. Adıyaman’dan Urfa’ya doğru bir minibüsün içindeyim. İndi bindilerin sık olduğu köy arabası havasında yol alıyoruz. Derin bir vadiye doğru ilerliyoruz. Vadinin dibinde bir köprü ve altında tüm heybetiyle Fırat Nehri akıyor. Yukarıdan bakınca tertemiz. Seyhan gibi değil. Aklıma ilk gelen şey girip serinlemek oluyor.
Atatürk Barajı yerleşkesine doğru durup kalkmalar daha da sıklaşıyor. Baraj çalışmaları bitmiş ama uzatmalar devam ediyor. GAP projesi işleri de olabilir, bilemiyorum. Son on yıldır memleketin eşitsizliklerini giderme bahsinde her şey o kadar bu projeye bağlandı ki, kalabalığa anlam vermeye çalışıyorum. İlerlerken yolun solunda çitlerle çevrili alanda devasa tekerlekleriyle park edilmiş iş makinaları görünüyor. Uzaktan daha çok çürüyormuş gibi geliyor.
Bozova’yı geçiyoruz. Fıstık ağaçları ufukta belirmeye başladı bile. Sağ tarafta sonradan özelleştirilecek olan çimento fabrikası. Daha önce kat etmediğim yol ve dikkatim keskin. Birçok nedenle de heyecanlıyım. Hiçbir ayrıntı kaçmıyor gözümden. Sağa keskin bir dönüş aldık derken Diyarbakır-Urfa yoluna giriyoruz. Tek tük binalar var. Şimdilerde bina yığınına dönüşen Karaköprü’yü geçiyoruz ve nihayet Urfa’ya geliyoruz.
Sözleştiğimiz yer alışveriş merkezinin restoranı. Plastik palmiye ağaçlarıyla dolu ikonik bir kavşağa bakıyor burası. Derin düşüncelere dalmak için tuhaf bir manzara. Cep telefonum henüz yok. Belediye başkanı, krem renkli takım elbiseliyim demiş ve tanırsın diye eklemişti. Yaz sıcağında takım elbiseye anlam veremiyorum. Oturdum, bekliyorum ve aklımda bir yığın düşünce.
Sene 2000 ve tıp fakültesinden yeni mezunum. Hekimlere zorunlu hizmet yükümlülüğü kalkmış. Nedense zorunlu olmayan yükümlülüğün peşindeyim. Öğrencilikte fazlaca halk sağlığı ve sağlık politikası konuşunca omuzlarımda ağır bir sorumluluk hissi kurulmuş, dürtüklüyor beni. Viranşehir’de neyle karşılaşacağımı düşlüyorum. O sırada Emrullah Cin ve Eşi Nevin’i fark ediyorum. Hiç görmediğim ama çok iyi tanıdığımı hissettiğim bir karşılaşma anı sonrasında Viranşehir’e doğru yola koyuluyoruz.
Ağır tonajlı kamyonların dövdüğü yol, Habur Sınır Kapısı’na kadar gidiyor. Bizim yolumuz ise doksan kilometre. Emrullah Cin tutkuyla konuşuyor. Olmasını düşlediği şeylerle mest olan insanlardan. Dikkatimi ayıramıyorum ondan. Yolun solunda Xirabreşk köyü bölgesini gösteriyor. İnsanlık tarihini değiştirecek olan Girê Miraza, bilinen adıyla Göbeklitepe kazılarından bahsediyor. İlk medeniyet tohumlarının Urfa’da atılması efsanesinin gerçekliği içine iyice işlemiş. Yolun sağında görünen büyük çiftlikleri anlatıyor.........
© İlke TV
