menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kayboluruz sevgilinin gözlerinde…

12 0
26.06.2025

Kuşlar ülkesinden dönen kırlangıçlar bir sonbahar sessizliğinde şehrin üzerine örter zifiri karanlıkları. Kurumaya başlayan yapraklar dallarından düşerken serçe kuşları üşümenin ilk nefes alışlarını yaşarlar tüylerinin arasına bürünerek. Kaybolurlar adeta, avuç içini doldurmayan tüylerinin arasında bir parmak kalana kadar. Göçmen kuşların başka diyarlarda kendilerini kaybetmelerine karşın serçe kuşları kiraz ağacının dalları arasında kendi tüylerinin arasına büzülürler.

Kaybolmak olgusu doğanın ve insanın varoluşunda saklıdır. Tabii bir durum ve olgudur. Yaşamın içerisinde kuytu köşeler ararız kaybolmanın heyecanını yaşamak adına. Bu birazda kaçmak veya saklanmak barındırır bünyesinde. Her insanın içerisine gizlenen bir kaybolmak hissi vardır. Kaybolmayı düşler insan zamanla. Mekanların içerisinde, kalabalıkların arasında, gökdelenlerin sırasında, bir orman kuytusunda, bir bozkırın toprak kokan yollarında…

Şehirlerde kayboluyoruz. Sisler ve dumanlar arasında. Kirlenmişlikleri bir gömlek gibi üzerimize çekiyoruz. İnsanların, caddelerin, kalabalıkların arasında kayboluyoruz farkında olmaksızın. Ne kadar da kalabalık olduğumuzu düşünüyoruz oysa nasılda kendi yalnızlığımıza çekiliyor ve kendi içimizde kaybolup gidiyoruz.

Şehirlerde kayboluyoruz. Şehirlerin akıp giden gürültüleri arasında kendi yalnızlığımıza akıyoruz. Kayboluyoruz yalnızlığımızın derin çizgileri arasında. Bitmek bilmeyen, göz alabildiğine şeritli yolları andırıyor yaşam çizgimiz. Kalabalıklar arasındaki şeritli yaşam çizgimizin ortasında kendimizi bile fark etmeden kaybolup gidiyoruz.

Şehirler yutuyor bizleri. Yalnızlığımızı içine çekiyor bir hortum gibi. Kirlenmiş şehirlerin kalabalıklarında kaybolmanın acısını bile hissetmiyoruz. Ne korkunç ne tuhaf ne acınacak bir acıdır bu. İnsanın kalabalıklar arasındaki kendi yalnızlığında kaybolması ve bu kaybolmanın farkına varamamak... Bunu hissedememek, anlayamamak ve idrak edememek…

Kalabalıklar alabildiğine akıyor şehirlerde. Şehirler kalabalıkları, kalabalıklar şehirleri yutuyor. İnsanlar ve şehirler iç içe geçmiş beton yığınları gibi. Şehirlerin beton yığınlarını andırıyoruz. Ruhsuz, duygusuz, hissiz, hissiyatsız, düşüncesiz, merhametsiz, katılaşmış ve kalpsiz birer beton yığınları… Bu iç içe geçmiş hissizlikten ve duygusuzluktan sıyrılmak için kendimize, belki de kendimizden bir başka kendimize kaçıyoruz. Kaçarak kaybolmaya çalışıyoruz.

Kalabalıkların arasında kendi yalnızlığımızda kayboluyoruz. Etrafımızı saran, bizi bünyesine alarak çevreleyen, kendimizi dinlemek istediğimizde hep karşımıza çıkan kalabalıklardan kendi yalnızlığımıza dönerek kaybolmayı tercih ediyoruz çoğu zaman.

Kalabalıklarda kayboluyoruz kendimizi bulmak için. Sisli bulutlu bir gökyüzünde gecenin karanlığı örterken mavi gökyüzünü yıldızları arayan gezginci gibiyiz.

Boyuna örselenen, sağından ve solundan sürekli darbeler alan, her bir darbede yere kapaklanan çelimsiz bir boksörü andırıyoruz. İçerisine girdiğimiz her bir kalabalık bizleri kendi içimize, yalnızlığımıza doğru kaybolmaya itekliyor.

Kalabalıklar arasında kalabalıklara doğru yürüyerek kayboluyoruz başımız önümüzde,........

© Hürses