menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

15 Temmuz’un Siyasî Kültürümüz Üzerindeki Etkileri

15 1
11.04.2025

Türkiye siyasî literatürde bir askerî müdahaleler ve darbeler ülkesi olarak biliniyor. Bu bakımdan Pakistan ve Tayland gibi uzak doğu ülkeleri, Arjantin ve Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri ve son iki-üç yılda sekiz darbenin yapıldığı, Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerin bulunduğu, Batı Afrika’nın darbe kuşağı olarak adlandırılan bölgesindeki ülkeler ile karşılaştırılabilir ve kıyaslanabilir.

Çok sayıda askerî müdahalelere ve darbelere, darbe girişimlerine maruz kalmasına rağmen, Türkiye’de, ilginç bir şekilde, en azından yakın zamanlara kadar, darbelerin sebepleri ve sonuçları üzerinde, demokrasiyi merkeze alan, ciddiye alınmayı hak edecek çalışmalar pek ortaya çıkmadı. Darbelere daha ziyade darbeciler perspektifinden bakan ve darbelerden bir şekilde siyasileri sorumlu tutan çalışmalar daha yaygın ve baskındı. Üstelik özellikle resmi makamlar ve resmi eğitim sistemi nazarında dikkate alınan ve takdir edilenler de bu tür çalışmalardı. Bugün durum yavaş yavaş da olsa değişiyor.

Bu yazıda önce genel olarak darbelerin muhtemel sebepleri üzerinde durulacak. Daha sonra darbelerin önlenmesinde siyasi kültürün rolünden ve etkisinden bahsedilecek. Ardından 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinin Türkiye’deki ana seçmen gruplarının siyasi kültüründe meydana getirmesi muhtemel değişiklikler ele alınacak. Yazı küçük bir sonuç bölümüyle sona erecek.

Darbeler ve Sebepleri

Darbelerin çeşitli sebepleri olduğu söylenebilir. Araştırmacılar ideolojik pozisyonlarına bağlı olarak darbeleri açıklamaya çalışabilir. İlginç bir şekilde bu açıklamalar birbirinden taban tabana farklı olabilir. Darbelerden darbecileri değil darbeden zarar görenleri sorumlu tutanlar bile olabilir. Bu çerçevedeki yaklaşımlar darbeleri siyasetçilerin ve siyasî iktidarların yetersizlikleriyle ilişkilendirebilir, siyasetçileri darbeleri önleyecek tedbirleri almamakla itham edebilir. Bu tür yaklaşımlar bir anlamda hırsızı değil ev sahibini hırsızlıktan sorumlu tutan bakışa benzer. Kimi yaklaşımlar ise darbelerin sebeplerini iktidarın da içinde bulunduğu ve bir parçası olduğu sosyolojik eğilimlere ve toplumsal ortama bağlayabilir. Bu ikinci yaklaşım, elbette abartıya kaçarak ve meseleleri belirsizliğe gömerek sosyolojinin derin ve içinden çıkılmaz labirentlerine atmamak şartıyla, ilkinden daha doğru bir yaklaşımdır. Netice itibariyle her toplumsal olayın mutlaka toplumsal hayatta temelleri ve yansımaları vardır. Ancak, bu yaklaşımın darbeleri izah etmekten ziyade karanlığa gömmesi ihtimali de yabana atılamaz.

Bu ikinci yaklaşım grubu içinde yer alan bir bakışla darbelerin ana sebeplerinin siyasî kültürde yattığı söylenebilir. Bir ülkede egemen olan siyasî kültür darbeleri gerekli ve yararlı gören kuvvetli ve baskın bir damara sahipse o ülkede darbe olma ihtimali hayli kuvvetlidir. Yahut, tersinden bakıldığında, bir ülkenin siyasî kültürü darbeleri kınamayı ve darbecileri dışlamayı öne çıkarıyorsa o ülkede darbe olma ihtimali çok daha zayıftır. Bu denilen şeye kanıt olarak ABD, İngiltere gibi ülkelerde darbe tehlikesinin çok az olmasına karşılık Tayland, Pakistan ve Nijer gibi ülkelerde darbe yapma isteğinin açık ve baskın olmasını gösterebiliriz. Nitekim, mesela son elli yıla baktığımızda ilk gruba giren ülkelerde askeri darbeler ve müdahalelerin nereyse hiç olmadığı buna karşılık ikinci grup ülkelerde ortalama her on yılda bir darbe yapıldığı ortaya çıkıyor.

Kuşku yok ki, askerî darbe siyasete askerî müdahalelerin en son ve en uç noktasıdır. Darbe dışı yollarla askerlerin siyasilere müdahaleleri de söz konusudur. Böyle bakıldığında bazı ülkelerde neredeyse askerlerin tüm üst seviye olanlarının en kötü tiplemeyle bürokratik politikacı diyebileceğimiz bir çizgide yer aldığı ve siyasileri devamlı baskı altında tuttuğu görülmektedir. Bu kimseler boğazlarına kadar siyasete batmalarına ve siyasi hayatta ve kararlarda etkili olmalarına rağmen siyasetçiler gibi göz önünde değillerdir, hiçbir sorumluluk üstlenmezler ve siyasetçiler gibi başarısızlıklardan ve sorunlardan dolayı hesaba çekilmezler.

Türkiye bunun tipik bir örneği olarak görülebilir. Türkiye’de darbelerden bahsediyoruz ama bu askerlerin sadece darbe zamanlarında ve darbe aracılığıyla siyasete karıştığı anlamına gelmiyor. Askerler bir şekilde siyasetin içinde devamlı ve daimî olarak yer alır ama öte taraftan siyasetçilerin karşılaştığı ve yüzleştiği sorumluluklardan uzak kalır. Hatta askerî müdahalelerden ve darbelerden de sorumlu tutulmaz. Her halükârda fatura politikacılara ve politik aktörlere kesilir.

Askeri müdahalelerin ve darbelerin çeşitli nedenlerle vuku bulduğu öne sürülebilir. Ancak, özünde, her şeyden evvel geleni ve en önemlisi, askerî müdahalelerin ve darbelerin bir siyasî kültür meselesi olarak tezahür etmesidir. Siyasi kültürde baskın ve yaygın olan unsurlar ve görüşler arasında askerî müdahaleleri ve darbeleri kınayan ve manen mahkûm eden unsurlar yoksa, tam tersine darbeleri ve darbecileri yücelten unsurlar varsa, darbeler kaçınılmaz olur. Darbe yapmak kolaylaşır. Darbelere müdahil ve darbelerin bir parçası olmak daha çekici hale gelir.

Kuşkusuz bu bizi askerî müdahale ve darbelerle askerî kuvvetler arasında bir organik ilişki olduğu noktasına taşır. Çünkü darbelerin ana faili askerlerdir. Başka bir deyişle ordusu olan her ülkede teorik olarak bir darbe olması ihtimali vardır. Bir ülkede demokrasi ne kadar gelişmiş ve kurumsallaşmış olursa olsun darbe tehlikesi teorik olarak mevcuttur. İstikrarlı ve kuvvetli demokrasiler olarak görülen İngiltere ve ABD gibi ülkelerde de durum budur. Daha yakın örneklere bakmak gerekirse Fransa ve Almanya gibi ülkelerde de. Bunun çeşitli sebeplerinden bahsedilebilir.

Bir sebep askeriyenin silah tekeli ve en üst seviyede silahlanmış olmasıdır. ABD örneğinde olduğu gibi silahlanma serbestisi olsa bile, sivil halkın veya silahlanmış sivil grupların askerler ölçüsünde silahlanması imkânsızdır. Tabanca, tüfek temin edebilirsiniz ama top, tank, füze, helikopter ve uçak edinemezsiniz. Buna hem maddi gücünüz yetmez hem de muhtemelen izin verilmez. Keza, ordular çapında silah kullanma konusunda uzmanlaşmış insanlar da istihdam edemezsiniz.

İlk sebeple bağlantılı bir diğer sebep ordunun silahlanmasının halk nazarında meşru ve gerekli görülmesidir. Yine ABD örneğinde olduğu gibi sivil vatandaşların silah edinmesinin serbest olmasına yapılan itirazlar vardır. Ancak bu itirazları yapanların çok büyük bir bölümü Amerikan ordusunun boğazına kadar silahlanmasını sorgulamaz ve bunu itiraz konusu yapmaz. Bu silahları gerekli ve lüzumu halinde kullanılmalarını meşru görür.

Silahlandırılmış memurlar olan askerler, silahlanma imtiyazını bir süre sonra bir hak olarak görmeye ve silahların gücüyle kendi gücünü birbirine karıştırmaya başlar. Bu hususu bir benzetmeyle daha iyi açıklayabiliriz. Yüksek motor gücüne sahip otomobil kullanan genç sürücüler bir süre sonra arabanın gücünü kendi gücü zannetmeye başlar. Otomobil kullanırken davranışları buna paralel olarak değişiklikler gösterir. Saldırganlaşır. Zıtlaşır. Başkalarıyla sürat yarışına girmeye can atar. Silahlandırılmış memurlar da bir süre sonra silahların gücünü kendi gücü olarak görmeye ve yorumlamaya başlar. Bu bir bakıma mesleğin getirdiği bir özelliktir ve dünyanın hemen her yerindeki askerler için geçerlidir. Bu bakımdan ülkeler ve askerler arasında fazla fark yoktur. Poliste de benzer duygu ve düşüncelerin ortaya çıkması mümkün hatta muhtemeldir. Ama polisin daha az silahlanmış olması, silahlarının ateş gücünün azlığı, silah kullanımın devamlı gözetim altında ve kurallara bağlanmış olması ve polislerin devamlı silahsız sivillerle sivil hayat içinde muhatap olması askerlerinki kadar yoğun duygular ve düşünceler geliştirmesini engeller.

Silahlandırılmış üst seviye bürokratlarda ülkenin sadede dış düşmanlara değil “iç düşmanlara” karşı da korunmasının şart olduğu inancı kolaylıkla gelişir. Askerlerde kendilerinin ülkenin dış düşmana karşı olduğu gibi iç düşmana karşı da koruyucusu olduğu veya olması gerektiği fikri doğar. Bu kimseler kendilerini ülkenin gerçek sahibi, ülkeleri için en büyük fedakarlıkları yapmakta olan, ülkenin hemen hemen tüm problemleri hakkında işe yarayan, işe yaramak bir yana, mutlaka takip edilmesi gereken çözüm önerileri olan kişiler olarak görmeye başlar. Sivilleri, özellikle politikacıları, işe yaramaz, gaflet ve hatta hıyanet içinde insanlar takımı olarak görmeye başlar. Siyasetçileri ayıplar, kınar, alaya alır, şiddetle eleştirir. Demokratik süreçleri de çoğu vakit zaman kaybı olarak görür.

Bu duygu, Türkiye gibi yarı-otoriter, yarı totaliter bir resmî ideolojinin bulunduğu ülkelerde daha da pekişir. Silahlandırılmış devlet memurları kendilerine bu resmî ideolojinin koruyucusu ve kollayıcısı görevini de verir. Liberal demokrasinin standartlarını değil bu anti-demokratik ideolojinin veya “ideolojimsinin”........

© Hür Fikirler