Cesetsiz Cinayet Üçüncü Kısım: Mahkemenin Re’sen Delil Araştırma Yetkisi Var mı?
1- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.05.2025 Tarihli, 2023/1-259 E. ve 2025/228 K. Sayılı Kararı Hakkında Genel Bilgi
“Cesetsiz cinayet” konusu ile ilgili daha önce iki yazı yazdık. Bu defa aynı konuda tekrar yazı kaleme almamızın sebebini; ilk yazımızda yer verdiğimiz Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’nin cesetsiz cinayetten dolayı kasten öldürme suçundan fail hakkında verilen mahkumiyet kararına karşı, Konya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararı sonrasında, ret kararına karşı yapılan temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, davaya konu suçun hukuki niteliğinin kasten insan öldürme değil, bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme olacağından bahisle bozma kararı vermesi, bozma kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.308 uyarınca Başsavcı itirazında bulunması, yapılan itirazın 1. Ceza Dairesi tarafından oyçokluğu ile reddedilmesi, bu kararın ardından Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosyanın, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından değerlendirilmesi, ancak işin esasına girilmeden Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca, sanık hakkında eksik araştırma sonucu hüküm kurulup kurulmadığı bakımından öncelikle inceleme yapılıp karar verilmesi oluşturmaktadır[1].
Sayın Genel Kurulun; dosyanın esasına girmeden “ön sorun” gördüğü husus dikkate alındığında, kaybolan ve dosya içeriğinde “maktul” kabul edilen şahsın ölüm olgusunu kabul ettiği, ancak bunun nasıl gerçekleştiği hususunda eksik inceleme ve araştırma nedeniyle tereddütte kaldığı, bu nedenle bazı delillerin toplanmasının ardından suça konu fiille ilgili hukuki nitelendirme yapılabileceği düşüncesinde olduğu, bununla birlikte “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini tartışmaya açmadığı görülmektedir. Muhtemelen dosyanın Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilip, bozma kararında gösterilen eksik inceleme ve araştırma ile ilgili hususların giderilmesi sonrasında verilecek kararın temyiz edilmesi halinde, gerek 1. Ceza Dairesi ve gerekse dosyanın tekrar önüne gelmesi halinde işin esasına bakacak olan Genel Kurul, suçun unsurları ve sübut bakımından dosyayı inceleyecektir. Ayrıca Sayın Genel Kurulun; tutuklama nedenlerinde herhangi bir değişiklik bulunmadığını, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile sanığa isnat edilen suçun vasfını da gözeterek, sanığın tutukluluk halinin devamına karar verdiği, tüm bu kararlara oybirliği ile ulaştığı anlaşılmaktadır.
Sayın Ceza Genel Kurulu; Sayın Yargıtay Başsavcısının suçun hukuki nitelendirmesi yönünden sanık aleyhine yaptığı itirazla önüne gelen dosyada; itirazda gösterilen sebeple bağlı olmadığından ve dosyayı bir bütün halinde incelediğinden, maddi hakikate ve adalete ulaşmada somut olay bakımından bir ön sorun olduğunu tespit ederek, evleviyetle dosyada “maktul” olarak kabul edilen Fatma adlı kişiye ne olduğunun, bu kişinin nasıl kaybolduğunun, nerede olduğunun ve başına ne gelmiş olabileceğinin yeterince araştırılmadığını, yeterli arama, tarama, araştırma, delil toplama ve değerlendirme yapılmaksızın hukuki bakımdan doğru bir sonuca varılamayacağı gibi, ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ve adalete ulaşılamayacağına, bunun için de beş başlık altında tespit ettiği eksik hususların giderilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Ceza Genel Kurulu; somut olayın özelliklerini dikkate alarak, maddi hakikate ve adalete ulaşmada haklı tespitler yapmış olabilir, ancak görüleceği üzere, bu tespitlerin hukuka aykırılığın olup olmadığını anlayabilmek için temyiz incelemesinin sınırını teşkil eden hukukilik denetimini aşan sebeplere ilişkin olmasının yanında, gelinen aşamada soruşturma evresinin tümden, kovuşturma evresinin de ilk derece, istinaf ve ceza dairesinin temyizen inceleme kısımlarının tüketildiği bir anda gündeme gelmesi, CMK m.206 ve m.207 ile temyiz inceleme sınırını gösteren CMK m.288, m.289, m.294 ve m.301 karşısında pek mümkün gözükmemektedir.
Sayın Genel Kurulun kabulüyle; davaya konu olayın maddi vaka incelemesinin tam olarak yapılması ve eksik araştırmaların tamamlanmak suretiyle yeni delil toplanıp değerlendirilmesi, doğrudan olmasa da dolaylı olarak ve davanın sonucuna etkisi itibariyle hukukilik denetiminin kapsamında sayılmıştır. Oysa delillerle doğrudan temas eden, soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı ile derece mahkemeleri ve taraflardır. Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun “son merci” olma özelliği ve Yargıtay Başsavcısının itirazı üzerine verdiği kararlar hariç, kararlarının kesinliği, bunun yanında bazı soruşturmaların ve derece mahkemelerinde yapılan yargılamaların iyi yürütülmediğine dair tespitler ve buna dair inanç, esasen temyiz mercii sıfatıyla hukukilik denetimi yapmakla ve içtihat birliğini sağlamakla görevli ve yetkili olan Yargıtay’ı ister istemez maddi vakaya girmeye, eksik araştırmaları ortaya çıkarmaya ve delil toplanmasını istemeye zorluyor. Ancak bu konuda yaşanan şansızlık; yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin buna müsaade etmemesi ve Yargıtay’ın da doğrudan delillere temas edememesidir. Evet “temyiz mercii” sıfatıyla Yargıtay’dan delillere temas etmesi beklenemez, fakat yazımızda belirttiğimiz yasal düzenlemeler, hem Yargıtay’ın incelemesi yetkisini kısıtlamakta ve hem de hakime re’sen/kendiliğinden delil toplama yetkisi tanımamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun; “ön sorun” gördüğü mesele nedeniyle işin esasına girmediği, suçun unsurları ve sübut bakımından inceleme ve değerlendirme yapmayarak, oybirliğiyle verdiği 21.05.2025 tarihli, 2023/1-259 E. ve 2025/228 K. sayılı kararına ilişkin incelememizi ve değerlendirmemizi yapmadan önce, “Cesetsiz Cinayet İkinci Kısım” başlıklı yazımızın giriş bölümü ile “Cesetsiz Cinayet” başlıklı yazımızda kısaca değerlendirdiğimiz Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkumiyet kararına yer vereceğiz.
Sonuç olarak yazımızda; bir yandan cesetsiz cinayette nasıl hüküm kurulabileceğini tartışırken, diğer yandan da mahkemenin/hakimin re’sen delil toplama yetkisi hakkında açıklamalarda bulunacağız.
2- “Cesetsiz Cinayet: İkinci Kısım” Başlıklı Yazımızın Giriş Kısmı
“Delil konuşur, konuşmazsa bilirkişi konuşturur” sözü, ceza muhakemesinde maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için söylenebilecek önemli bir sözdür. Cesetsiz cinayette “maddi delil” adı verilen cesedin veya kalıntılarının, yani en önemli delilin bulunamadığı durumda; ölümün sebebinin ve failinin bulunulabilmesinin vasıtası olan ölü muayenesi, otopsi, biyolojik, kimyasal ve kriminal incelemeler yapılmaz, yani bilirkişi incelemesine ve delil değerlendirmesine elverişli vücut veya parçası ortada yok demektir, çünkü insan öldürme suçunun koruduğu hukuki yarar yaşam hakkı, konusu da vücut bütünlüğüdür. Ortada ceset veya parçaları veya kayıp şahsın akıbetinin anlaşılmasını mümkün kılabilecek kıyafeti veya zati eşyası yoksa, kayıp şahsın öldüğü hususu şüphelidir, fakat kesin değildir. Böyle bir zorluk karşısında; belki ikrar, tanık, görüntü, ses kayıtları ile yan delillerden hareketle iki önemli sorun aşılmaya çalışılır: 1- Kayıp şahıs öldü mü? 2- Ölümün sebebi, sorumlusu veya sorumluları kim? Cesetsiz cinayet dosyalarının bu iki çetin sorusunun sebebi, “şüphe sanık lehinedir” ilkesidir. Ceza yargılamasında muhakeme ve tecrübe önemli ise de; esas olan, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş delillerin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/5 karşısında nereye götürdüğüdür, çünkü mahkumiyet için gerçeğe yakınlık değil, sabitlik, yani suçun sübutu aranır. Nitekim CMK m.223/2-e’de; şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde sanığın beraatına karar verilmesi gerektiği söylenmiştir.
Şüpheli ölümün, öldürmenin, bunun sebebi ile sorumlularının araştırılıp gerçeğin tespiti için elde edilmesi gereken en önemli delil; ölenin veya maktulün vücudu, yani bozulmamış, parçalanmamış ceset veya ondan geriye kalan parça, uzuv, doku, kemik, kan ve her türlü kalıntıdır. Elbette bilimin ve tekniğin gelişmesine bağlı olarak; ses, görüntü, dijital materyal veya olayı görenlerin tanıklığı da meselenin aydınlatılmasında, maddi hakikate ve adalete ulaşılmasında oldukça önemlidir, fakat sanık lehine olan şüphenin giderilmesi ve failin yüzde yüz bir şekilde maktulü öldürdüğünün veya ölümüne neden olduğunun anlaşılabilmesinde temel delil cesettir.
Ceset olmadan fail cezalandırılabilir mi? Prensip olarak cezalandırılmamalıdır. Varsayıma, ölüm ve sebebiyle ilgili sübjektif zan ve tahmine dayanılarak sanığın mahkumiyetine kararı verilemez, fakat uygulamada, somut olayda şüphenin sanık aleyhine giderilmesini mümkün kılan yeterlilikte delile ulaşılmışsa ve bunlarla hüküm kurulabilecekse, sanığın mahkumiyetine karar verildiği görülmektedir. Yine de belirtmek isteriz ki; öncelikle kayıp şahsın öldüğünün ve öldürüldüğünün, sebebinin ve sorumlusunun varsayımdan öteye geçen, somut delillerle tespiti ve sanığın suçluluğunun kanıtlanması gerekir, aksi halde mahkumiyet kararı verilmemelidir. Maktulün cesedinin veya öldüğünü gösteren ceset kalıntılarının bulunması, cesette yapılan inceleme veya diğer somut deliller suretiyle zorlamalı ölümün sebebi ve sorumlusu ortaya çıkarılabilmelidir.
Uygulamada; cesetsiz cinayet olarak nitelendirebileceğimiz dosyalarda, ölümün sebebi ve sorumlusu bakımından net delillere ulaşılamadan, varsayıma, yani karar vericinin sübjektif olay anlatımına bağlı mahkumiyete gidildiği, somut delillerden ziyade vicdani hareketle ve kabulle mahkumiyet sonucuna varıldığı görülebilmektedir. Bu tür bir uygulama hukuki değildir.
Ancak belirtmeliyiz ki uygulamanın; cesetsiz cinayet olarak nitelendirilen vaziyetlerde insan öldürme suçunu işlemek isteyenleri cesaretlendirmemesi, ceset yoksa cinayet de yoktur algısının olguya dönüşmek suretiyle suça eğilimi olanları teşvik etmemesi için, ortada ceset olmasa da maktulün öldüğünü ve öldürüldüğünü belirlemeye yarayan ikrar ve bunu destekleyen deliller olduğunda sanığın mahkumiyetine karar verme yönünde hareket ettiği görülmektedir. Hukuki görülmese de vicdani sayılabilecek, cesetsiz cinayet vakalarını cesaretlendirmemek, insan öldürme suçundan ceza sorumluluğunun doğabilmesi için üzerinde ölü muayene ve otopsi yapılabilecek bir ceset ve hatta incelemeye değer kalıntı veya doku parçası bulunmasa dahi, İspat Hukuku açısından ölümü, öldürmeyi ve bunun sebebi ile sorumlularını mahkum etmeye yeterli, oluşa uygun ikrar ve bunu tamamlayan diğer deliller olduğunda sanığın mahkumiyetine karar verilebilmektedir. Buna rağmen; öldüğü ve öldürüldüğü kabul edilen kayıp kişinin mahkumiyet kararı verildikten ve kesinleştikten sonra çıkıp gelmesinde ortaya çıkacak maddi hakikate ve adalete aykırılığı, yani hukuksuzluğun ağırlığını anlatmaya gerek olmadığını da ifade etmek isteriz.
12.01.2024 tarihinde kaleme aldığımız “Cesetsiz Cinayet” adlı yazımızda ise; Yargıtay kararlarını da inceleyerek, bir bütün olarak insan vücudunun, parçalarının, organ ve dokuları ile kan ve diğer biyolojik örneklerin bulunamadığı durumda, kendisinden uzun bir süre haber alınamayan kayıp şahsın öldüğünün ve öldürüldüğünün kabulü ile failin, varsa azmettiricisinin ve suça yardım edenlerin mahkum edilip edilmeyeceklerini incelemiştik. Belirtmeliyiz ki; ölüm tehlikesi altında kaybolan veya kendisinden uzun süre haber alınamayan kişinin bulunamadığı, öldüğü ve öldürüldüğü hususunda kayda değer bulgulara ulaşıldığında, ortada ölümü ve hangi sebeple, nasıl öldürüldüğünü gösteren ceset veya parçaları veya buna ilişkin tahrif edilmemiş görüntü veya dijital materyal olarak itibar edilebilir deliller olmamasına rağmen failin mahkumiyetine karar verilebilmektedir.
Cesedin bulunamadığı durumlarda iki görüşü ortaya koymak mümkündür:
Birinci görüşe göre; ceset olmadan veya kayıp şahsın öldüğünü ve ne şekilde öldürüldüğünü gösteren somut numuneler bulunmaksızın, ikrar olsa dahi, kasten insan öldürme suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilemez.
İkinci görüşe göre; ceset olmadan veya kayıp şahsın öldüğünü ve ne şekilde öldürüldüğünü gösteren vücut parçaları, görüntü kayıtları veya tamamlayıcı delillerle desteklenmiş samimi ikrar veya somut anlatım olduğunda failin, azmettiricinin ve bu suça yardım edenin mahkumiyetine karar verilebilir. Bu görüşü de kendi içinde ikiye ayırmak mümkündür; ilkine göre, şahsın öldüğünü ve ne şekilde ölmüş olabileceğini gösteren usule uygun elde edilmiş ikrar ve anlatım yeterlidir. İkincisine göre ise; sadece samimi ikrar ve somut anlatım yeterli olmayıp, kişinin öldüğünü ve ne şekilde öldürüldüğünü netleştiren tespitler yapılmalı, bu tespitler yapılmadan failin mahkumiyetine karar verilmemelidir.
Kamuoyunda hep bilinen; cesetsiz cinayetin olamayacağı ve birisi bir başkasını öldürmekten mahkum edilecekse, üzerinde inceleme yapılabilecek ceset veya cesede ait parçalar ve/veya kan birikintisinin gerektiğidir. Ölümü, daha da önemlisi şahsın neden öldüğünü ve nasıl öldürüldüğünü gösteren tespitler yapılmadan fail hakkında mahkumiyet kararı verilemez.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/5. fıkrasına göre, “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir”. Görüleceği üzere kanun koyucu; işlendiği iddia edilen bir suçtan dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesinin şartını, hem suç ve hem de fail yönünden gerçeğe en yakınlık derecesinde dahi kabul etmemiş, suçun sanık tarafından işlendiğinin yüzde yüz tespitini aramıştır. Her ne kadar vicdani delil sistemi gerekçe gösterilerek, gerçeğe en yakınlık fikrinden hareketle, hayatın olağan akışı gereğince başka türlü olamayacağından, dosya ve deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde denilerek veya olsa olsa veya başka türlü işlenemeyeceğinden gibi gerekçelerle, CMK m.223/5’e ve aşağıda kısaca yer verdiğimiz “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini gösteren CMK m.223/2-e’ye aykırı birçok mahkumiyet kararının verildiği, bu konuda yasal dayanakların gözardı edildiği, bir türlü de yeknesaklığın sağlanamadığı, bir anlamda tümü ile vicdana yenilip, itham sisteminin temelini oluşturan somut delille ispat yükümlülüğünün bir kenara koyulduğu görülmektedir.
Ayrıca CMK m.223/2-e’de, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması da delil yetersizliğinden beraat sebebi sayılmıştır. Bu hükümde ve m.223/5’de geçen sabitlik, sanık hakkında nasıl olabilir? Sabitlik, yani sabit olma; gerçekliği tespit edilmiş, kanıtlanmış anlamına gelir. Şüphe varsa ve giderilememişse, sabitlikten söz edilemez. Şüphe kavramı, Ceza Muhakemesi Hukukunda aleyhe midir, lehe midir? Giderilememiş şüphe denildiğinde ve şüphe kavramının kendisi, kullanımı ve anlama tarzı itibariyle sanık aleyhineymiş gibi algılanır, hatta algının ötesinde, maalesef uygulanır. Hukuka, itham sistemine ve buna göre ortaya koyulmuş yasal düzenlemelere aykırı olan şüphenin sanık aleyhine uygulanabileceğine dair kabule teslim olunamaz. İtham sistemine aykırı bir teslimiyet; beraberinde suçsuzluk/masumiyet karinesinin terki, ispat külfetinin sanığa geçmesi, kolay mahkumiyet kararı risklerini beraberinde getirir.
3- Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12.03.2020 Tarihli Kararı Hakkında Kısa Değerlendirme
Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12.03.2020 tarihli, 2019/42 E. ve 2020/21 K. sayılı kararında[2]; sanığın, maktulü gören son kişi olması ve maktulden o andan sonra haber alınamaması nedeniyle maktulün öldüğü ve bunun sanıktan kaynaklandığı kanaatine ulaşılmıştır. Daha sonra Mahkeme; suçun manevi unsurunu tartışmış ve sanığın, soruşturma aşamasında verdiği ve daha sonra döndüğü, araç virajı alırken maktulün düşmüş olabileceğine ilişkin beyanını, maktulün cesedinin veya ona ait hiçbir eşyanın bulunamaması nedeniyle tevilli ikrar olarak değerlendirmiştir. Öldürme fiilinin sanık tarafından ne şekilde gerçekleştirildiğine dair delile ulaşılamamasına ve buna kararda da yer verilmesine rağmen, delil bulunamaması hayatın olağan akışına uygun bulunmuş, sanığın ancak kasten öldürme fiilini işlemiş olabileceğinden hareketle, sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Kararda; kişiler arasındaki husumet tespit edilmiş ve tevilli ikrardan yola çıkılmış olsa da Mahkemenin, ihtimal eleme yoluyla karar verdiği, nitekim iddianamenin de eleme yöntemi olarak adlandırabileceğimiz şu olmamıştır, bu olmamıştır, somut olayda olsa olsa bu olmuş olabilir diyerek düzenlendiği anlaşılmaktadır. Ceza yargılamasında bu yöntemle hareket edilmesi; ceza yargılamasının amacıyla bağdaşmadığı gibi, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini ve suçsuzluk/masumiyet karinesini de ihlal etmektedir. Mahkeme; ihtimaller arasında yakın gördüğünü esas........© Hukuki Haber





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d