menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Beraat Kararına Rağmen Tutukluluk Mümkün mü?

15 3
27.06.2025

Giriş

Bu yazımızda; 07.03.2025 tarihli yazımızda[1] ele aldığımız konuyu ilgilendiren ve başvurucu hakkında İstinaf Mahkemesi tarafından verilen beraat hükmü ile birlikte verilmiş tahliye kararına itiraz edilmesiyle tahliye kararının kaldırılması ve hukuka aykırı şekilde verilen tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasını inceleyen 12 Mart 2025 tarihli, 32839 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 12.12.2024 tarihli, 2020/3067 bireysel başvuru numaralı Anayasa Mahkemesi kararı değerlendirilmiştir.

1. Başvuruya Konu Olay

Başvuruya konu olayda; Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 19.07.2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, tasarlayarak insan öldürme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklu yargılanmış ve Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 27.04.2018 tarihli kararıyla başvurucunun Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla mahkumiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.

Başvurucunun istinaf kanun yoluna başvurusu üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi; 14.01.2020 tarihli kararı ile başvurucunun beraatına ve tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararına karşı itiraz mercii olan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bulunduğu tahliye kararına itirazı kabul etmiş, başvurucunun tutuklanmasına yönelik olarak yakalama emri çıkarılmasına karar vermiş ve başvurucunun ifadesini alarak, Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 16.01.2020 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir.

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvurucu hakkında verilen beraat kararını temyiz etmesi üzerine, Yargıtay (kapatılan) 16. Ceza Dairesi’nin 01.07.2020 tarihli kararıyla eksik inceleme yapıldığını gerekçe göstererek, beraat hükmünün bozulmasına ve başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Daha sonra; Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkındaki Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım suçundan 15 yıl 10 ay hapis cezası vermiş, bu karar da Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 03.06.2024 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunan başvurucu; beraat hükmü ile birlikte suç isnadının sona erdiğini ve beraat hükmünün geçerliliğini sürdürdüğü bir dönemde hakkında tutuklama kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, ayrıca hükümle birlikte verilen tahliye kararının hükme bağlı olması sebebiyle, itiraz kanun yoluna tabi olmadığını, böylelikle tahliye kararına itirazı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesinin karar verme yetkisinin bulunmadığını ifade ederek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yaşam hakkı ve adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Adalet Bakanlığı görüşünde; kuvvetli suç şüphesinin somut olayda mevcut olduğunu, başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin mevcut olduğunu, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu ifade etmiştir.

2. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi oy çokluğuyla verdiği kararında, başvurucunun tutulma halinin Anayasada dayanağının olup olmadığı yönünde değerlendirme yapmıştır. Kararda; başvuruya konu olayda “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı Anayasa m.19’a uygun bir tutma halinin mevcut olup olmadığı incelenmiş, bu inceleme ile yetinilip başkaca bir tartışma yürütülmemiş, hukuka aykırılığın tespiti yönünde bir kanaate varılmasına rağmen, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.141/1(a) kapsamında tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddialarına yönelik olarak, başvurucunun öncelikle tazminat davası açabileceği belirtilerek, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.

Her ne kadar Anayasa Mahkemesi oy çokluğuyla kabul edilemezlik kararı vermişse de, somut olaydaki tutmanın hukuka aykırı olduğu kabul edildiğinden, kararda yer alan değerlendirmenin incelenmesi faydalı olacaktır. Şöyle ki;

Anayasa Mahkemesi tarafından, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin 14.01.2020 tarihinde verdiği beraat hükmü ile birlikte mahkumiyet hükmünün ortadan kalktığı ve bu sebeple Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin tutuklama kararı verdiği esnada başvurucu hakkında bir suç isnadı veya mahkumiyet hükmü bulunmadığı ortaya koyulmuştur. Bu haliyle Anayasa m.19/2’de, “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” şeklinde belirtilen mahkumiyete bağlı tutma biçiminin de ortadan kalktığı, 14.01.2020 tarihli beraat kararı ile 01.07.2020 tarihli beraat kararının bozulması arasındaki sürede Anayasa m.19/2’de veya m.19/3'de belirtilen hallerden birisi mevcut olmadan başvurucunun tutuklu kaldığı, kesinleşmemiş olsa da beraat kararının geçerli olduğu esnada tutuklama kararının icra edilmesinin hukuka aykırılık oluşturduğuna dikkat çekmiştir.

Nitekim, Anayasa m.19/2-3 şu şekildedir: “(2) Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması;…”

(3) Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir”.

Anayasa Mahkemesi kararında; beraat hükmü ile AY m.19/2’de yer alan başvurucunun mahkumiyete bağlı tutulma halinin de kendiliğinden sona erdiği, AY m.19/3’de yer alan düzenlemenin ise, “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin kaçmalarının, delilleri yok etmelerinin veya değiştirmelerinin önlenmesi maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer haller” mevcutsa kişinin tutuklanabileceğine ilişkin olduğu, başvuruya konu olaydaki tutmanın bu düzenlemede yerini alan bir tutma hali arz etmediği sonucuna varılmıştır. AY m.19/2’de ve 19/3’de yer alan hukuka uygun tutma hallerinin başvuruya konu olayda neden mevcut olmadığı hususu Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararında detaylı şekilde açıklanmamış olup, olaydaki tutmanın anayasal dayanağı olmadığı kanaatinin oluştuğuna ilişkin bir açıklama yapmakla yetinilmiştir.

3. Karşı Oy

Karşı oyda; başvurucunun, başvuru yollarını tüketmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna dair karara katılmama gerekçesi ve başvuruya konu olaydaki kişi özgürlüğünden mahrum bırakılma durumunun, ne Anayasa m.19/2’de ne de Anayasa m.19/3’deki düzenlemesine yaklaştığına değinilmiştir.

Mahkumiyet hükmünün bozulduğu hallerde; Anayasa m.19/2’deki hal ortadan kalkıp, Anayasa m.19/3’de yer alan durumun gündeme geleceği, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin verdiği kararın “bozma kararı” değil, “beraat kararı” olduğu, bu nedenle somut olayda suç isnadı da bulunamayacağı, başvuruya konu tutmanın Anayasa m.19/3 kapsamında değerlendirilmesinin de mümkün olmadığı, nitekim ortada ne suç isnadı ne de bir mahkumiyet hükmünün bulunduğu açıklanmıştır.

Dolayısıyla karşı oyda; hiçbir anayasal dayanağı olmadığı anlaşılan tutmanın hukuka aykırılığına ilişkin incelenen başvurunun, öncelikle başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilerek sonuçlandırılmasının gerekeceği, aksi halde Anayasa’da konu ile ilgili öngörülen güvencelerin anlamını yitireceği açıklanmıştır.

Aynı zamanda; başvurucu tarafından bireysel başvuru formunda maddi ve manevi tazminat talebine yer verilmeyip, sadece kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi talep edilmesine rağmen, tazminat davası açılmadığı gerekçesiyle kabul edilemez kararı verilmiş olmasının çelişkili ve anlamsız olduğu, CMK m.141’de yer alan düzenlemenin bir tazminat yolu olduğu, öncelikle tutmanın hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesinin gerekeceği, dolayısıyla kabul edilemezlik kararı verilmemesinin doğru olmadığı görüşü ortaya koyulmuştur.

Karşı oyda yer alan son husus da; dosyanın esası ile ilgili tespitlerde bulunulmasının, bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi ile ilgili kafa karışıklığına sebebiyet verebileceğine ve başvurucunun gösterilen başvuru yolunu tükettikten sonra yapmayı düşünebileceği ikinci bireysel başvuru bakımından görüşün önceden bildirilmiş olması anlamına geleceği için ihsas-ı rey olarak değerlendirilebileceği, kararın bu yönden de sıkıntılı........

© Hukuki Haber