HAKKANİYET OLARAK ADALET
Türkçeye tercüme ettiğim John Rawls’un “Bir Adalet Teorisi” isimli kitabının ‘Hakkaniyet Olarak Adalet’ üst başlığı altında yer alan ‘Adaletin Rolü’, ‘Adaletin Konusu’, ‘Adalet Teorisinin Ana Fikri’ başlıklı bölümlerini aşağıda paylaşıyor ve size iyi okumalar diliyorum.
Bu kısımda, kendi geliştirdiğim adalet teorisinin ana fikirlerini taslak olarak sunacağım. Sunumum biçimsel olmayıp daha sonra ayrıntılı olarak yapılacak olan argümanlara ulaşmayı amaçlayan bir hazırlıktır. Bu incelemem ile daha sonra yapacağım incelemeler arasında kaçınılmaz olarak bir örtüşme vardır. İncelememe, toplumun temel yapısındaki adalet öznesinin kısa bir değerlendirmesini yapmakla ve toplumsal işbirliğinde adaletin işlevini tanımlamakla başlayacağım. Daha sonra geleneksel sosyal sözleşme kavramına daha yüksek düzeyde soyutlamalarla ulaşmak ve adalet teorisini genelleştirmek için hakkaniyet olarak adalet fikrinin ana hatlarını sunacağım. Toplumun yoğunlaşan yapısı, adalet ilkeleri üzerine olan orijinal anlaşmanın öncülük ettiği başlangıç durumunun belirli usulü sınırlamalarının şekil verdiği argümanlarıyla yer değiştirmiştir. Yine karşıtlıkları gidermek ve bunlara açıklık getirmek amacıyla adaletin geleneksel faydacılık yönüyle kurumsal yönünü ele alacağım ve bu görüşler ile hakkaniyet olarak adalet kavramı arasındaki farklılıkları inceleyeceğim. Esas amacım felsefi geleneğimize uzun zamandan bu yana egemen olan bu doktrinlere karşı geçerli bir seçenek oluşturacak bir adalet teorisi üzerinde çalışmaktır.
1. ADALETİN ROLÜ
Düşünce sisteminin bir gerçeği olarak adalet, sosyal kurumların en önde gelen erdemidir. Ne kadar iyi düzenlenmiş ve verimli olurlarsa olsunlar, kanunların ve kurumların adil olmamaları durumunda, yürürlükten kaldırılmalarında veya değiştirilmelerinde olduğu gibi, eğer bu görüş doğru değil ise, seçkinci ve ekonomiksel teorinin reddi gerekir. Eğer adalet, bir bütün olarak toplumun refahını sağlayamayacak ise, hiç kimse adalet üzerindeki bozulmalara sahip çıkmamalıdır. Zira adalet, başkalarıyla paylaşılan daha büyük bir iyi/değer için hak olarak kabul edilen özgürlük kaybını reddeder. Adalet, daha fazla sayıdaki insanın lehine olan ve ağırlığını onlar için koyan özverinin dayatılmasına izin vermez. Bundan dolayı, adil bir toplumda yurttaşların eşit özgürlükleri çözümlenmiş olmalıdır. Adalet tarafından korunan haklar, sosyal menfaatlerin hesaplanmasına veya siyasal pazarlıklara konu olmamalıdır. Bize bu konuda izin verecek yegane şey, bir teori içindeki hatanın daha iyi olandan eksik olmasına rıza göstermek olmalıdır. Aynı şekilde, adaletsizlik, sadece daha büyük bir adaletsizlikten kaçınmak için hoş karşılanmalıdır. İnsani faaliyetlerin birincil erdemleri olan hakikatten ve adaletten asla ödün verilmemelidir.
Bu önermeler, adaletin önceliğine ilişkin olan bizim sezgisel kanaatimizin bir açıklaması olarak görülebilir. Elbette bunlar oldukça güçlü biçimde ifade edilecektir. O nedenle, her olayın temelinde, bu veya buna benzer tartışmaların seslendirilip seslendirilmeyeceğini, eğer seslendirilecek ise bunlara değer verilip verilmeyeceğini incelemek istiyorum. Bu iddiaların yorumlanmasının ve bunlara değer verilmesinin ışığı altında ve bu amaçla bir adalet teorisi üzerinde çalışılması gerektiğine inanıyorum. Onun için bu çalışmaya adalet ilkelerinin işlevini inceleyerek başlayacağım. Fikirleri sabitlediğimizi, toplumun az ya da çok kişisel doyuma ulaşmış kişilerin birlikteliğinden oluştuğunu, bu kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinde belirli davranış kurallarını ve bunların bağlayıcılığını kabul ettiklerini ve yine bu kişilerin önemli bir kısmının bu kurallara uygun davrandıklarını varsayalım. Daha ötesini, bu bağlamda, bu kuralların bir işbirliği sistemi ve bu sistemin içinde yer alanların iyiliği için düzenlendiğini düşünelim. Daha sonra, toplumun iki taraf lehine olan bir işbirliği girişimi içinde olmakla birlikte, bunun menfaat kimliği tarafından olduğu kadar, bir çatışma tarafından da tipik olarak işaretlendiğini kabul edelim. Kuşkusuz her insan kendi kişisel çabasıyla tek başına yaşayabilir. Ama yine de sosyal işbirliğinin kurulduğu andan itibaren ve daha iyi bir hayat yaşayana kadar, insanların tamamının arasında kimlik çıkarları konusunda bir çatışma vardır ve bu çatışma her zaman olacaktır. Kendi amaçlarını aramayı sürdürmek için daha küçük bir pay yerine, daha büyük bir payı tercih eden her insanın, işbirliği içinde olmanın ürettiği büyük menfaatlerin dağıtılmasına kayıtsız kalmayacağı noktaya kadar bu menfaat çatışması devam edecektir. Avantajların bölüşülmesini belirleyen değişik sosyal düzenlemeler arasında tercih/seçim yapılabilmesi ve payların orantılı olarak dağıtıldığı bir anlaşmanın imzalanması için bir dizi ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilkeler sosyal adalet ilkeleridir. Bu ilkeler, sosyal işbirliğinin getirdiği yüklerdir ve bunlar menfaatlerin uygun biçimde dağıtılmasını tanımlarlar ve yine toplumdaki temel kurumlar içindeki hakların ve ödevlerin tahsis edilmesinin yolunu bu ilkeler sağlar.
Şimdi, sadece üyelerinin lehine olarak değil, aynı zamanda kamusal adalet kavramı tarafından da etkili biçimde düzenlenen bir toplumun iyi düzenlenmiş bir toplum olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle, bu toplum (1) herkesin adaletin aynı ilkelerini başkalarının da kabul ettiğini bilen ve kabul eden; (2) bu ilkelerin temel toplumsal kurumlarca genellikle tatmin edildiği ve bunun genel olarak bilindiği bir toplumdur. İnsanların başkalarından aşırı talepte bulunduğu böyle bir durumda insanlar, kendi iddialarının karara bağlanmış olduğunu ve bu konuda ortak bir görüşün oluştuğunu yine de bilmezler. Eğer insanların kişisel çıkar eğilimleri başkalarına karşı uyanık olmalarını gerektiriyorsa kamusal adalet duygusu onlara, güvenli birlikteliğin hep beraber yapılmasının gerekli olduğunu söyler. Bir adalet kavramını, farklı amaç ve hedefleri olan insanlar kendi aralarında paylaştıklarında bu sivil bir dostluk bağının kurulmasını sağlar ve adalet için olan bu genel arzu başkaca aşırılıkların peşinden gidenleri sınırlar. Bu durumdaki bir kişi, iyi düzenlenmiş insan birlikteliğinin kamusal adalet kavramının temel şartını oluşturduğunu düşünür.
Neyin adil, neyin gayri adil olduğunun genel olarak tartışmalı olduğu toplumlar, elbette bu anlamda nadiren iyi düzenlenmiş toplumlardır. İnsanlar, hangi ilkelerin, birlikteliklerinin temel koşullarını tanımladığı hususunda her zaman aynı fikirde değildirler. Ama öyle de olsa biz onların her birinin hâlâ bir adalet kavramına sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu durum, onların sosyal işbirliği yükümlülüğünün ve menfaatlerin orantılı olarak dağıtılmasının belirlenmesinde yer almaları, temel hakların ve yükümlülüklerin tahsisi konusundaki özellikli ilkeleri oluşturmaları ve bunu kabullenmeye hazırlanmalarından dolayı anlama ihtiyacı içinde bulunmaları nedeniyledir. O nedenle, değişik kavramların, oluşturulan değişik ilkelerin işlevinin kesin olarak ifade edilmesinde, adalet kavramının değişik adalet anlayışlarından farklı olduğunu ortaklaşa düşünmek doğal görülebilir.[1] O nedenle, farklı adalet kavramlarına sahip bulunanlar, kuralların sosyal hayatın lehine olan rekabetçi iddialar arasında uygun bir denge belirlediği ve yine temel hak ve yükümlülüklerin insanlar arasında tahsis edilmesinde keyfi bir yaklaşım içinde olunmadığı durumlarda kurumların adil oldukları konusunda aynı görüşte olabilirler. İnsanlar, adalet kavramının keyfi bir farklılık içinde olmaması, uygun bir denge nosyonunu içermesi, kabul ettikleri şekliyle adalet ilkelerini yorumlamalarına imkân verilmesi durumunda adil kurumların bu şekilde açıklanması konusunda anlaşabilirler. İnsanlar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların, bunlarla bağlantılı olan hak ile ödevlerin ve yine hangi avantaj farklılığının uygun olduğu belirlenebildiği takdirde bu ilkeler birbirlerinden ayırt edilebilir. Bu durumda, adaletin bu ve değişik diğer kavramları arasındaki farklılık açıkça önemli bir mesele oluşturmaz. Bu sadece sosyal adaletin rolünün teşhis edilmesine yardımcı olur.
Bununla birlikte, adalet kavramı içindeki bazı anlaşma ölçüleri, insan topluluğu için tek başına geçerli ve öncelikli olarak gerekli değildir. Özellikle eşgüdüm, verimlilik, istikrar gibi başkaca temel sosyal sorunlar vardır. O nedenle, bireylerin planları birlikte olmalarını gerektirir ve böylece onların faaliyetleri bir diğeriyle rekabet eder ve hiç kimse olmasa da onlar meşruiyet beklentilerini hep birlikte ve ağır bir hayal kırıklığı olarak taşırlar. O nedenle, bu planlar adaletle uyumlu ve verimli yollarla yürütülmeli ve sosyal amaçların başarılı olmasına önderlik etmelidir. Dahası son olarak sosyal işbirliği planı istikrarlı olmalıdır. Az ya da çok düzenli, uyumlu ve temel kurallara bağlı olarak hareket etmeye istekli olmalıdır. Müdahaleler olduğunda daha ileri ihlalleri önlemek, düzenlemeleri onarmak hususunda istekli olan istikrarlı güçler bulunmalıdır. Şimdi yeri gelmiş iken işaret etmek gerekir ki, bu üç sorunun da adaletle bağlantılı olduğu aşikardır. Neyin adil neyin gayri adil olduğu hususundaki anlama ölçülerinin eksik olması durumunda, bireylerin karşılıklı olarak yararlı düzenlemelerini korumayı sağlamak için planlarını etkili şekilde koordine etmeleri açıkça çok zordur. Güvenmeme ve gücenme sivillik bağlarını paslandırır, kuşku ve düşmanlık insanları başka zamanlarda yapmaktan kaçınacakları hareketleri yapma konusunda baştan çıkartır. Dolayısıyla adalet kavramlarının farklı rolü, temel hak ve yükümlülükleri kesin olarak belirtir ve uygun dağıtım oranlarını belirlerken, kavramın içindeki bir yol, bunu verimliliğin, eşgüdümün ve istikrarın getirdiği sorunların etkisini sınırlandırarak yapar. Biz, genelde adalet kavramını sadece onun dağıtıcı rolüyle takdir edemeyiz. Ne var ki adalet kavramının belirlenmesinde bize faydalı olacak olan rol de budur. Adalet kavramının geniş bağlantılarını dikkate almalıyız. Her şeye rağmen adaletin belirli bir öncüllüğü vardır. Kurumların en önemli erdemi adalet olmalıdır. Adalet dışında kalan değerlerin eşit olduğu hala doğrudur. Bir adalet kavramı bir diğerine, onun daha geniş sonuçlar doğurması arzu edildiği zaman tercih edilebilir.
2. ADALETİN KONUSU
Pek çok şeyin adil veya gayri adil olduğu söylenebilir: Bu sadece kanunlar, kurumlar, sosyal sistemler için değil; fakat aynı zamanda kararların, hükümlerin, ithamların da dahil bulunduğu birçok çeşit özel aksiyon için de söylenebilir. Yine biz, kişilerin davranışlarını ve tasarruflarını adil ve gayri adil olarak seslendiririz. Kişiler de kendi davranışlarının ve tasarruflarının adil ve gayri adil olduğunu belirtirler. Konumuz bundan dolayı sosyal adalettir. Bize göre adaletin birincil konusu toplumun temel yapısıdır. Daha kesin olarak söylemek gerekir ise, büyük kurumların temel hakları ve ödevleri dağıtmada ve yine sosyal işbirliğinden doğan avantajların bölünmesinin belirlenmesinde takip ettiği yol adalet üzerine kuruludur. Benim büyük kurumlardan anladığım siyasal anlamda anayasa, ekonomi ilkesi ve sosyal düzenlemelerdir. Bu nedenle düşünce özgürlüğünün, vicdan özgürlüğünün, rekabetçi pazarların, üretimin aracı olarak özel mülkiyetin, tek eşli ailenin hukuken korunması büyük sosyal kurumların somut örnekleridir. Bunları tek bir proje olarak ele aldığımızda insanların haklarını ve ödevlerini tanımlayan, hayata dair beklentilerini etkileyen, ne olmayı beklemeleri, nasıl yapmayı umut etmeleri gerektiğini söyleyen şeyin bu büyük kurumlar olduğunu görürüz. Temel yapı, adaletin asıl konusudur; çünkü onun etkileri çok derindir ve bu yapı başlangıçtan itibaren vardır. Buradaki sezgisel nosyon, bu yapının değişik sosyal durumlarının ve değişik koşullarda doğan insanların hayata dair farklı beklentilerinin ekonomik ve sosyal durumlar kadar ve kısmen siyasal sistem tarafından belirlenmesidir. Toplumsal kurumlar başkaları üzerinden olan belirli başlangıç yerlerini ancak bu şekilde hoş görürler. Bunlar özellikle derin eşitsizliklerdir. İnsanlar liyakat ve hak etme nosyonlarını kullanarak bir doğrulamada bulunmadan bu kurumlar kapsayıcı olamazlar ama insanların hayatlarındaki değişikliklerin başlangıcını etkilerler. Sosyal adaletin ilk aşamadaki uygulamasında, sanırım bu eşitsizlikler herhangi bir toplumun temel yapısı içinde kaçınılmazdır. Bu ilkeler, daha sonra siyasal anlamda anayasanın seçimini ve yine ekonomik ve sosyal sistemin en önemli unsurlarını düzenlerler. Sosyal bir sistemin adalet tasarısı esas olarak, toplumun değişik kesimlerindeki ekonomik fırsatlar ile sosyal şartlara ve yine temel haklar ile ödevlerin ne şekilde tahsis edildiğine bağlıdır.
İncelememizin alanı iki yol ile sınırlıdır. Öncelikli olarak ben adalet sorununun özel durumuyla ilgileniyorum. O nedenle, genel anlamda........
© Hukuki Haber
