GAZETE VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI İLE HABER ETİĞİ ÜZERİNE
‘Televizyon dizilerini seyrediyorlar, bu dizilerin sonlarını merak ediyorlar, ama kendi sonlarını merak etmiyorlar.’ Murathan MUNGAN
Kolejde öğrenci iken İngilizce hocamız olan Amerikalı Mrs.Haynes 1962 veya 1963 yılında ‘televizyonun çok zaman öldürücü ve aptal bir kutu olduğunu, Türkiye gibi henüz daha tam olarak gelişmemiş ülkeler için zarar verici olacağını’ söylemiş ve bizden büyük tepki almıştı.
Tepki göstermemizin nedeni, bunu çok yukarıdan ve bizi aşağılayan bir tarzda söylemesi ve yanı sıra Amerikalılara layık görülen bu teknolojik olanağın bize layık görülmemesiydi.
O günden bugüne yaklaşık 63, 64 yıl geçti. Bu süreçte edindiğim onca deneyim sonrasında bugün geldiğim noktadaki görüşüm; kullanma kültürü bulunmayan, hayatı oluşturan en önemli dokunun zaman olduğunun bilincinde olmayan insanlardan oluşan toplumlar için televizyonun, zaman öldüren, izleyenlerinin zihinlerini iğfal eden, onları aptal yerine koyan ve giderek aptallaştıran zararlı ve kurnaz bir kutu olduğu yönündedir.
Elbette televizyonu zararlı ve kurnaz yapan, bizi aptal yerine koyan, zihnimizi ele geçiren ve hatta iğfal eden kutunun kendisi, yani makine değil, programları yapanlar, yayın akışını ve içeriğini düzenleyenler, haber programlarını haber etiğine aykırı biçimde hazırlayanlar, düzenledikleri tartışma programlarıyla bizi ideolojik yönden manipüle etmeye çalışanlar, vurdulu kırdılı ve kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan o dizileri çekenler ile bunları yayımlayan kanallar, bu dizileri denetlemesi gerektiği halde denetlemeyen, denetim konusunda çifte standart uygulayan ve sadece bizim gibi seyreden Radyo Televizyon Üst Kurulu’dur.
Bertrand Russell 1929 yılında yazdığı ‘Sorgulayan Denemeler’ isimli kitabında önce bir tespit yapar ve daha sonra bir öngörüde bulunur. Anımsayabildiğim kadarıyla Russell, ‘radyonun icadından ve yaygınlaşmasından sonra gazete ve kitap okuma sayısında ciddi bir düşüş yaşandığını, gelecekte keşfedilecek yeni bir araçla birlikte insanların kitap okumaktan tamamen vazgeçeceklerini’ yazar, adını koyamamış, nasıl bir şey olacağını net olarak söyleyememiş olmakla birlikte, daha o yıllarda televizyonun bir gün icat edileceğini öngörür.
Nitekim zaman içinde Russell’in öngörüsü gerçekleşmiş, televizyon icat edilmiş, giderek yaygınlaşmış, önceleri tek olan kanal sayısı artmış, siyah beyaz televizyonların yerini renkli televizyonlar almış ve Russell’ın öngördüğü gibi kitap, gazete, dergi okuma alışkanlığı, keyfi ve zevki tamamen ortadan kalkmadıysa da ciddi şekilde azalmış, bunları okumanın yerini televizyondan edinilen ve hiçbir şekilde içselleştirilemeyen, içselleştirilemediği içinde hayata uygulanamayan protez bilgiler almıştır.
Ben, çok fazla televizyon izleyen bir insan değilim. Ara sıra ciddi habercilik yapan kanalların haber, yorum ve tartışma programlarını, eğer bir engelim yok ise Fenerbahçe’nin maçlarını seyrederim. Bunların dışında ne dizilere ne de tartışma programlarına ilgi duymam.
‘Meşhuriyet Sendromu’ içinde olmadığımdan, bu sendromun en önemli göstergesi ve özelliği olan ‘bir bilen’ pozuna girmek istemediğimden, onlarla aramda fark olmasını istediğimden, kendimi sunmak ve kanıtlamak gibi bir derdim bulunmadığından, daha da önemlisi yayıncılık anlayışlarını ciddi bulmadığımdan dolayı, davet edildiğim televizyon programlarına da icabet etmem.
İzlediğim haber programlarıyla, takip etmemekte kararlı olduğum ve fakat sağdan soldan duyduklarımla haklarında az çok bilgim olan tartışma programları bağlamında bir değerlendirme, bir tespit yapmam gerekir ise eğer, buna önce Noam Chomsky ile başlamam gerekir.
Chomsky, 1989 yılında yazdığı ‘Necessary Illusions. Thought Control in Democratic Societies/ Zorunlu Yanılsamalar. Demokratik Toplumlarda Düşüncenin Kontrolü’ isimli kitabında; ‘tüm demokratik ülke yurttaşlarının, düşüncelerinin, arzularının ve algılarının üzerinde kitle iletişim araçları tarafından yürütülen manipülasyonlar olduğunu, insanların kendilerini bundan korumaları gerektiğini, bunun için de bir öz-savunmaya gereksinimleri bulunduğunu’ ifade eder.
Sanırım benim televizyonda dizi ve tartışma programlarını izlememe yönündeki kararlılığımın nedeni, Chomsky’nin işaret ettiği gibi düşüncelerimi, arzularımı ve algılarımı korumak amacına yönelik bir öz-savunma mekanizmasına sahip bulunmamdır.
‘İki tür cahil vardır’ diyor ünlü İslam düşünürü Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve şöyle devam ediyor: ‘biri bir şey bilmez; öteki bir şey bilmediğini de bilmez, o iki kere cahildir!’ Tartışma programlarını izlemememin bir diğer nedeni de budur. Yani tartışma programlarında konuşanların çoğunun, iki kere cahil olmaları ve daha da vahimi dinleyenleri cahil yerine koymalarıdır.
Hepimizin çok iyi bildiği üzere, televizyon haberciliğinin, klasik gazetecilikten tevarüs ettiği temel değerler vardır. Bunların en başında; gerçeğin araştırılarak tespiti, kamuoyunun aydınlatılması, halkın haber alma hakkının sağlanması, insanların özel hayatlarına, mahremiyetlerine, kimliklerine ve kişiliklerine saygı gelir.
İtalyan gazeteci ve televizyoncu Enrico Morresi, Türkçeye çevrilen ve Dost Kitabevi tarafından yayımlanan ‘Haber Etiği – Ahlaki Gazeteciliğin Kuruluşu ve Eleştirisi’ isimli kitabında, klasik gazeteciliğin/haberciliğin bu temel değerlerini eksene alır ve şunları ifade eder: ‘…enformasyon kamusal bir maldır ve bu nedenle enformasyonun ilkelerini, kurallarını ve uygulamalarını destekleyecek olan kamusal etiktir. Kitle medyası etiği, olgunlaşmış bir demokrasi bağlamında vurgunun yurttaşların haklarına yapıldığı güçlü bir politik tasarıma ihtiyaç duyar. Burada referans noktalarımız, politik idari gücün ve piyasanın alanından ayrı, yurttaşların eşit dilbilimsel-iletişimsel saygınlığı üzerine temellenmiş kamusal alan modelinin dinamizmi nedeniyle Jürgen Habermas ve kamusal akıl modelinin sınırlarını belirlediği özgün adalet ve özgürlük senteziyle John Rawls olacaktır. Analizin yöntemi ise – ahlaki sezgilerin güçlü bir kuramıyla etkileşime geçirildiği bir pratik felsefe dalı olan – uygulamalı etik alanındaki deneyimlerden beslenecektir.’
Benim bu yazıyı yazmama ilham olan, sadece ilham olmakla kalmayıp büyük ölçüde yararlandığım ve esas........
© Hukuki Haber
