menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

BİR KARA KOYUN! JOSE MUJICA

11 1
19.05.2025

13 Mayıs 2025 tarihinde vefat eden Jose Mujica’nın değerli anısına ithafımdır

Bugün burada bulunan her düzeyden ve organizasyondan bütün yetkililere teşekkür ediyorum. Brezilya halkına ve Başkan Bayan Dilma Roueesff’e teşekkür etmek istiyorum. İyi niyetinden kuşku duymadığım benden önce konuşan bütün konuşmacılara açıklamaları için teşekkür ediyorum.

Yöneticiler olarak burada biz, bizim için önemli olan kendi iç irademizi, insanlığın sefilliğine neden olan sözleşmelere bağlılığımızı, bunlarla ilişkilerimizi sürdürebilme şansımızı ifade ettik.

Her şeye rağmen burada bulunmamızı, bazı soruları yüksek sesle sorma fırsatı olarak görmemiz gerekir. Zira bütün bir öğleden sonramızı, kitleleri yoksulluğun pençesinden kurtarabilmek için sürdürülebilir kalkınma üzerine konuşmakla geçirdik.

Zihinlerimizdeki titreşimler, çağrışımlar nelerdir? Toplumları refaha taşımanın ardında şekillenen kalkınma ve tüketim modeli bu mudur? Sorum şudur: Bu gezegende Hindistan halkının, Almanya’da her bir aileye düşen araba kadar arabası olması durumunda neler olabilir? Nefes alabilmemiz için geride daha ne kadar oksijen olmalıdır? Daha açıkçası; Bugün 7-8 milyar insanın yaşadığı dünya, insanların aynı tüketim düzeyine sahip olmalarını, bolluk içindeki Batı toplumlarının refahı için mi israf ediyor? Bu mümkün olabilir mi? Bugün daha farklı analizler yapabilecek miyiz? Çok büyük ve patlayıcı bir maddi ilerleme sağlamak üzere devir aldığımız bu uygarlığı, ne yazık ki, pazarın ve tüketimin nesline dönüştürdük. Pazar ekonomisi, pazar toplumlarını yarattı. Ve bunun bize getirisi, bütün bir gezegenin farkına varmak demek olan küreselleşme oldu.

Biz mi küreselleşmeyi yönetiyoruz, yoksa küreselleşme mi bizi yönetiyor? Vahşi bir rekabete dayanan bu ekonomik düzen içinde, dayanışmadan, yardımlaşmadan, hep birlikte var olmaktan söz edebilir miyiz? Kardeşliğimizi daha ne kadar sürdürebileceğiz?

Ben bu etkinliğin önemini zayıflatacak herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Aksine, meydan okumamız gereken şeyin, muazzam önemdeki büyük krizler, ekolojik krizler olmadığını, siyasi krizler olduğunu söylüyorum.

Günümüz insanını, kendisini özgür bırakmayan güçleri yönetmemekte, insanı ve insan hayatını bu güçler yönetmektedir. Oysa biz bu gezegene, ayrımcılığı daha da çoğaltmak için gelmedik. Bu gezegene mutlu olmak için geldik. Zira hayat kısadır ve elimizden kaçar gider.

Sahip olduğumuz hiçbir şey, hayat kadar değerli ve asıl değildir. Ama eğer hayat parmaklarımızın arasından kayıp giderse, daha fazla tüketmek için daha fazla, çok daha fazla çalışırsak eğer, toplumun mutlak motoru tüketim olursa eğer, ne olur? Tüketim paralize/felç olduğunda, ekonomi durur. Ekonomi durduğunda, durgunluk hayaleti ortaya çıkar. Gezegene zarar verecek olan şey, hiper/aşırı tüketimdir. Ve hiper/aşırı tüketim, büyümek için daha çok satmaya, bunun için de malların ömrünün kısa olmasına ihtiyaç duyar. Bir elektrik ampulünün ömrü 1000 saatten fazla değildir. Ömrü 100.000 saat olan ampuller de vardır. Ama bunlar imal edilmez. Bunun nedeni pazardır, pazar ekonomisidir. Buna hizmet etmek için daha çok çalışmak, ‘kullan at’ uygarlığına destek olmak, kısır döngü tuzağına düşmek zorundayız. Siyasetin doğasında olan bütün bu sorunlar, bize farklı bir kültür için mücadele etmemiz gerektiğini söylüyor.

Bütün bunları mağara adamının zamanına dönmek ya da geçmişin heykelini dikmek için söylemiyorum. Sadece böyle devam edemeyeceğimizi, pazar tarafından yönetilemeyeceğimizi, aksine pazarı bizim yönetmemiz gerektiğini ifade etmek için söylüyorum.

Kendi mütevazı düşünce şeklimle şunu demek istiyorum: bugün bizim karşı karşıya olduğumuz sorun siyasaldır. Eski düşünürler, Epikürüs, Seneca ve hatta Aymara bunu şu şekilde ifade etmişlerdir: “Fakir insan küçük insan değildir, daha fazla, daha fazla, sonsuza kadar daha fazla isteyen ve buna ihtiyaç duyan insan küçük insandır.” O nedenle, bu bir kültür sorunudur.

Yapılan anlaşmaları, gösterilen çabaları takdir ediyorum. Yönetici olarak bunlara bağlı olacağım. Söylediğim şeylerin bir kısmının kolay sindirilemeyeceğini biliyorum. Ama bunlara su krizinin ve çevre saldırganlığının neden olmadığını da bilmek durumundayız. Bütün bunların nedeni, bizim yarattığımız uygarlık modelidir. O nedenle yaşama tarzımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız.

Ben hayat için gerekli doğal kaynakları çokça bahşedilmiş küçük bir ülkeye mensubum. Benim ülkemde 3 milyondan biraz fazla insan var. Bir kısmı dünyanın en iyi ırkı olan 13 milyondan fazla büyükbaş hayvan mevcut. 8 veya 10 milyon civarında en iyi cins koyun var. Benim ülkem, yiyecek, et, mandıra ürünleri ihraç eden bir ülke. Çok fazla dağlık olmayan, daha çok düzlüklerden oluşan benim ülkemdeki arazilerin ’nından fazlası verimli.

Benim yoldaşım olan işçiler, geçmişte günde sekiz saatten daha fazla çalışıyorlardı. Bugün 6 saat çalışıyorlar. Fakat 6 saat çalışan işçi, günde iki ayrı iş yapıyor, dolayısıyla bugün dünden daha çok çalışıyor. Peki, neden? Çünkü motosikleti için, arabası için, başkaca şeyler için aylık ödeme yapması gerekiyor, böyle yaptığı için de kendisini, benim gibi romatizmalı yaşlı bir adam, hayatını neredeyse tamamlamış bir adam gibi hissediyor.

İçinizden birileri, insan hayatının kaderi bu mudur diye sorabilir. Bunlar son derece temel olan şeylerdir. Ama gelişme, kalkınma insanın mutluluğunun karşısında olamaz. Zira belirleyici olan hayattır. Birikim ve tüketim değildir. İnsan mutluluğunun yararına çalışmak, dünyadaki sevgi, insani ilişkiler, çocukların bakımı, arkadaşlara sahip olmak, bizim temel ihtiyaçlarımızdır. Kalıcı olan bunlardır, aşktır, dostluktur, yardımlaşmadır, dayanışmadır, ailedir. Çevre için mücadele edersek eğer, çevrenin temel unsurunun, insanın mutluluğu için olduğunu da hatırlarız.

Bu konuşma, Uruguay’ın önceki Devlet Başkanı Jose Mujica’ya ait. Mujica bu konuşmayı, Birleşmiş Milletler tarafından 20-22 Haziran 2012 tarihleri arasında Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen ‘Rio 20 Zirvesi’nde yapmış. Mujica’nın kendi ana dilinde yaptığı bu konuşmanın Türkçe çevirisi yok. O nedenle, ben bu konuşmayı İngilizce metninden Türkçeye çevirdim ve hem sizinle paylaştım hem de bu yazıya konu yaptım.

Mujica’nın bu konuşması, diplomatik bir platformda yapılmış konuşma olmasına rağmen, diplomatik dille yapılmış konuşmalardan çok farklı. Öyle olduğu için daha da önemli ve değerli. Mujica’nın bu konuşmasında söyledikleri, çoğumuzun düşündüğünden, söylediğinden, yazdığından farklı şeyler değil. Ama samimi ve sahici şeyler. Önemi ve değeri de samimi ve sahici olmasından geliyor. Beni en çok etkileyen de konuşmanın bu samimiyeti ve sahiciliği oldu. “Samimiyeti olmayan bir konuşmanın veya yazının değeri olmadığını” Tolstoy’dan öğrendiğim için, her samimi, konuşma ve yazı beni etkiler. Aynı şekilde samimi ve sahici insanlardan da çok etkilenirim ben. Mujica’da sahici bir insan. Çok acılar çekmiş olmasına rağmen gözlerinin içiyle, göz bebekleriyle gülen bir insan.

Daha önce adını duyduğum, ancak hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığım Jose Mujica’yı, 01 Kasın 2015 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Çınar Oskay’a verdiği röportajdan tanıdım. Hemen ardından Andres Danza-Ernesto Tulbovitz tarafından yazılan, Tekin Yayınevi tarafından basılan ‘İktidarda Bir Kara Koyun-Saraysız Başkan Jose Mujica’ adlı kitabı aldım ve okudum. Daha sonra Youtube’dan, yazımın en başında tercüme ederek sizinle paylaştığım Mujica’nın ‘Rio 20 Zirvesi’nde yaptığı İngilizce alt yazılı konuşmasını izledim ve bunu twitterda paylaştım. Fenerbahçelilerin Lugano, Galatasaraylıların Muslera ve Torreira, militan gazeteciliğin önde gelen isimlerinden olan Eduardo Galeano vasıtasıyla tanıdıkları, bizim ülkemizde ise çok fazla bilinmeyen Uruguay’ı ve Uruguay tarihini inceledim sonra. Ve en sonunda da bu yazıyı kaleme aldım.

Hem kişisel tarihi bakımından hem de Uruguay tarihi yönünden önemli bir adam olan, önemli olması dışında, yaşadıklarından damıttığı ve harmanladığı felsefesiyle, bu felsefeye uygun yaşam tarzıyla, gerçekten değerli bir insan ve hatta bir yaşam bilgesi olan Jose Mujica eski bir Tupamaro Gerillası’dır.

İsmini 18.yüzyılda İspanyol egemenliğine karşı başlatılan ayaklanmanın önderi olan Túpac Amaru II’den alan Tupamarolar, Marksist-Leninist düşünceye sahip olmakla birlikte, anarşizme inanan, Uruguay’ın bağımsızlığına kavuşmasının bu yolla mümkün olacağını savunan bir ulusal kurtuluş hareketinin adıdır. Geleneksel siyasal sistemlerin tamamına karşı olan Tupamarolar, yaptıkları eylemler itibariyle birer çağdaş Robin Hood’durlar. Öyle oldukları için eylem temelinde aktif oldukları süreç içinde, bankaları, işyerlerini, zenginleri soyan, bu soygunlardan elde ettiklerini yoksullara dağıtan yasadışı bir örgüttür.

Siyasal yönden sonuç alabilmek için terörü ve şiddeti bir yöntem olarak seçen ve kullanan Tupamaro Gerillaları, amaçlarına ulaşmak için 1968 ile 1973 yılları arasında, siyasetçileri hedef alan adam kaçırma ve kundaklama eylemlerine, subaylara ve polislere yönelik olarak suikast yapma yoluna başvurmuşlardır. 1973 yılında yapılan askeri darbe sonunda iktidara gelen hükümet, disiplinli orduyu vurucu güç olarak kullanmak suretiyle ve aldığı sert önlemlerle Tupamaroları tasfiye etmiş, bu amaçla pek çoğunu öldürmüş, öldürmediklerini ise hapse atmıştır.

1985 yılında Uruguay’ın demokrasiye dönmesinden sonra ilan edilen........

© Hukuki Haber