BEN VE BİZ OLMAK İLE AVUKATLIK MESLEĞİ VE BAROLAR ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliği onun akli yeteneğidir. İnsan bu yeteneği sayesinde yaşamını sürdürebilir, düşünür, bilgi edinir, karar verir. Bilgi, düşünme ve akılla hareket etme insani özelliklerdir, ama aynı zamanda özgür ve özerk birey olmanın da asgari gerekleridir. Zira insan, akli yeteneğini kullanabildiği, bilgi sahibi olduğu, kendi kararlarını bizzat kendisi verdiği, bağımsız hareket ettiği, başkaları ile aynı fikirde olmakta ya da olmamakta özgür olduğu, başkalarının müdahalesine maruz kalmadığı ve bu müdahalelerden etkilenmediği ölçüde birey olur. Onun için birey olmak, özgür olmak, özerk olmak demektir.
Esasen özgür ve özerk bir akıl baskı altında işlevini yerine getiremez; özgür ve özerk bir akıl gerçeği algılamasını başkalarının emrine, talimatlarına, yönlendirmesine teslim etmez; bilgisini, kendi doğru anlayışını başkalarının fikirlerine, tehditlerine, isteklerine, açık veya gizli planlarına, çıkarlarına kurban etmez. Böyle bir akla, böyle bir kişiliğe başka biçimde düşünen, başka çıkarları ve planları olan birileri engel olmaya çalışabilir, bu kişi susturulabilir, hapse atılabilir ve hatta öldürülebilir, ama ona baskı yapılamaz, bağımsızlığı, özgürlüğü ve özerkliği onun elinden alınamaz.
Amerika’nın Bağımsızlık Bildirisi’nde arka arkaya sıralanan üç temel hak vardır. Bunlar “yaşama hakkı, özgürlük hakkı ve mutluluğu arama hakkıdır.” Dikkatinizi çekerim, mutlu olma hakkı değil, mutluluğu arama hakkı. Bu, bir insanın mutluluğa ulaşmak için gerekli gördüğü, gereksinim duyduğu şeyleri yapma hakkına, yani özgür olma, bağımsız olma hakkına sahip olması anlamına gelir; ama o kişiyi başkalarının mutlu etmesi gerektiği anlamına gelmez.
Yurttaş, siyasi toplumun, yani devletin, bir dizi hak bahşedilmiş, ama aynı zamanda sorumluluk da yüklenmiş üyesidir. Onun için yurttaşlık, bireysel var oluşun kamusal yüzüdür.
Bireysel var oluş, yani birey olma toplumsallaşmayı gerektirir. Onun için birey olma sürecini tamamlayamamış olanlar; ne bağımsız olabilirler, ne özgür olabilirler, ne özerk olabilirler, ne de toplumsallaşabilirler. Köle ruhlu bu insanlar kendi kendilerini yönetemezler, efendilerinin kendisini yönetmesine izin verirler. Bu insanlar ne yaratabilirler, ne de kendilerini örgütleyebilirler.
Hem öyle oldukları için, hem de iş odaklı, hizmet odaklı değil, söylem odaklı oldukları için, anonim her söylemi akıllarının süzgecinden geçirmeden benimserler, kendi dillerinde yeniden üretirler, kendilerini yaptıkları işle, ürettikleri ve yarattıkları değerlerle değil, ırk, inanç, köken, ideoloji gibi aidiyetlerle tanımlarlar ve o nedenle ideoloji merkezli, sınıf merkezli, din merkezli, grup merkezli, parti merkezli, iktidar merkezli, muhalefet merkezli düşüncenin ve söylemin marjlarına kolayca itilirler.
Toplum yaşamı sivil katılımı gerektirmekle, ancak birey olma sürecini tamamlamış olan yurttaşlar; sahip oldukları haklar, yetkiler ve eğer bilincinde ve farkında iseler, taşıdıkları sorumluluklar ölçüsünde yaşadıkları toplumun sivil hayatına katılabilirler, sağlıklı ve dinamik bir sivil toplumun oluşmasına katkı yapabilirler.
“Parti, size gözlerinize ve kulaklarınıza inanmamanızı söylüyordu. Bu partinin nihai, kesin emriydi. Kendisine karşı yığılmış muazzam kuvvetleri, herhangi bir parti aydınının tartışmada kendisini ne kadar kolaylıkla alt edebileceğini düşününce Winston’un içine bir ümitsizlik çöktü. Buna rağmen kendisi haklıydı. Açık gerçeğin ve doğru olanın savunulması gerekliydi. Dış dünya vardır, yasaları değişmez. Taş serttir, su ıslaktır, dayanacak bir şey bulamayan cisimler dünyanın merkezine doğru düşerler. Bunları düşünen Winston, sanki O’Brien’la konuşuyormuş ve aynı zamanda önemli bir kural ileri sürüyormuş gibi bir duyguyla şunları yazdı: Özgürlük ikiyle ikinin dört ettiğini söylemek serbestîsidir. Eğer buna izin verilirse arkasından, arkasından her şey gelir.”
Okuduğum bu pasaj George Orwell’in 1984 isimli romanından aldığım bir bölüm. Orwell bu pasajı ile bize “hakikatin, orada, dışarıda, hayatın içinde olmadığını; muhtemel bir hakikat olarak kabul edilenin, kullandığımız sözcük dağarcığının birer fonksiyonu olduğunu ve hakikat olarak kabul edilenin de diğer inançlarımızın bir fonksiyonu olduğunu söylemeye çalışan sinsi aydınlara, sözde aydınlara cephe almamız gerektiğini” söylüyor. Yani şu söylüyor: bağımsız, özgür ve özerk birey olmak istiyorsanız eğer, onun bunun adamı değil, partinin, iktidarın, muhalefetin, cemaatin adamı değil, kendinizin, aklınızın adamı olun. İnsan olarak sizin gücünüze birilerinin sınır koymasına izin vermeyin.
Bütün bunları şunun için söyledim: avukatın, avukatlık mesleğinin en önemli vasfının ve karakterinin bağımsızlık, özerklik ve özgürlük olduğunu biliyor ve kabul ediyorsanız eğer, o zaman bütün bu söylediklerimin anlamını ve amacını da çok iyi biliyorsunuz demektir.
“Ben olmak” ve “biz olmak” üzerine çok şey okumuş ve dinlemişsinizdir. Yarın avukatlık yapmaya başladığınızda ve baro üyesi olduğunuzda sizlere “biz olmak” üzerine vaazda bulunacak olanlar olacaktır. Ama siz, siz olun önce “ben olun”. Zira “ben”........
© Hukuki Haber
