Sanatçı Menajerliği Sözleşmesi
Sahnenin Arkasındaki Hukuk
Bir sanatçının sahnedeki ışıltısı, o göz kamaştıran alkışlar, milyonların izlediği o birkaç dakika… Bunlar, genelde aylarca süren stratejik hazırlıkların son halkasıdır. O ışıklar söndüğünde perde arkasında kalan sessiz kahraman ise menajerdir. Menajer; sanatçının yalnızca programlarını düzenleyen biri değil aynı zamanda kriz yöneticisi, gelir stratejisti, ulusal-uluslararası bağlantı mimarı ve bazen de sanatçının en sadık yol arkadaşıdır. Her ne kadar ülkemizdeki menajer-sanatçı ilişkisinin toksik boyutlara vardığını gözlemlediğimiz haberlere tanık oluyorsak da bu mutual ilişkinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi sanat dünyası için hayati bir önem taşımaktadır.
Meselenin albenili tarafı yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi olsa da arka planında çalışan hukukçuların kafa yorması gereken birden fazla teorik ve pratik problem varlığını devam ettirmektedir. Sanatçı menajerliği sözleşmesi, çoğu zaman birkaç sayfalık bir belge gibi görünür. Ama gerçekte o belge, iki taraf arasında yıllar sürecek bir güvenin, bir markanın ve hatta tüm bir kariyerin hukuki temelidir.
Sözleşmenin Özünde Yatan: Ortak Hedef, Ortak Risk
Menajerin görevi, sanatçıyı sadece sahneye çıkarmak değil, onu bir marka haline getirmektir. Konserler, reklam anlaşmaları, dizi projeleri, sosyal medya kampanyaları… Hepsi tek tek planlanır ve planlanmalıdır. Menajer, sanatçının önündeki engelleri kaldırır, sahnenin gerisinde ise sponsorlar ve medya kuruluşları ile çeşitli müzakereler yapar ve neredeyse bir sahne performansı kadar efor sarf eder.
Bu ilişki öylesine iç içe geçmiştir ki menajer sanatçının kazancına ortak olur. Esasen başarı, menajerin geliri demektir; başarısızlık ise doğrudan onun zarar hanesine yazılır. Dolayısıyla menajerlik sözleşmesi sadece bir iş akdi değil, iki kişinin de kariyerini birbirine bağlayan bir kader ortaklığıdır.
Burada hukukçuya düşen iş çok yönlü bir bakış açısıyla riskleri hukuki ve ekonomik bağlamda ele almak ancak son noktada tercih ve takdiri taraflara bırakmaktan ibaret olmalıdır. Bu noktada sektöre ve tarafların karar alma mekanizmalarına dair farkındalık birden fazla opsiyonu metne dökme ve çeşitli ihtimalleri en net perspektifte sunma imkanı sağlar.
Talent-Studio Davasından Bugüne Sanatçı Menajerliği
1970’lerde İsviçre’de yaşanan Talent-Studio davası, sanatçı-menajer ilişkisine dair çarpıcı bir örnektir. Karara konu uyuşmazlıkta Talent Studio’nun sahibi ile genç bir sanatçı arasında bir sözleşme imzalanır ve bu sözleşmeye göre stüdyo sahibi icra edilecek gösteriler için sanatçıyı eğitme, plak şirketleri ile bağlantılar kurma ve gerekli diğer tüm tanıtım ve organizasyon işlemlerini gerçekleştirme yükümlülüğü altına girer. Stüdyo sanatçının ekonomik ve sanatsal çıkarlarını korurken sanatçı da buna karşılık stüdyoyu tüm işlemlerinde tek yetkili kılmış, stüdyo sahibinin tüm talimatlarına uyma ve önerilen tüm şarkıları, gerçekleştirilecek tüm faaliyetleri kabul etme gibi bir dizi yükümlülüğü kabul etmiştir. Bunlarla birlikte menajerlik sözleşmesinin gereği olarak sanatçı elde ettiği gelirin yüzde kırkını stüdyoya ödeyecek olup 5 yıllık süreyle aktedilen bu sözleşmeye bir aykırılık halinde 50.000 Frank sözleşme cezası kararlaştırılmıştır. Ancak 9 Aralık 1975 tarihinde imzalanan bu sözleşme 1976 tarihinde sanatçının artık bu sözleşme ile bağlı olmadığını ifade eden mektubu ile sonlandırılmıştır. Buna karşılık olarak stüdyo da sözleşme cezasının ödenmesi için bir dava ikâme ederek yatırım yaptığı ve büyük medya bağlantıları kurduğu sanatçının bu adımı karşısında ağır bir tazminat ve cezai şart talep etmiştir.
İsviçre Federal Mahkemesi, bu davada sözleşmenin “özel” (sui generis) nitelikte olamayacağını, vekâlet hükümlerinin uygulanacağını ve sanatçı tarafından sözleşmenin her zaman feshedilebilmesinin önünü açmıştır.[i] Zira Türk Borçlar Kanunu 512 ve İsviçre Borçlar Kanunu 404’ün vekalet akdine dair ön gördüğü hukuki rejime göre vekalet sözleşmesinin tarafları sözleşmeyi diledikleri zaman sona erdirebilme imkanına sahiptirler ve bu bağlılıktan kurtulabilmek için objektif, geçerli bir sebebin varlığına, sözleşme ilişkisinin devamını çekilmez kılan bir sebebin ispatına gerek bulunmamaktadır.
Halbuki daha öncesinde İsviçre Federal Mahkemesi yukarıda da kısaca izah etmeye çalıştığımız şekliyle menajerlik sözleşmelerini sui generis – özel nitelikli olarak yorumlamış ve kendi iç dinamiğine sahip özel bir iş görme sözleşmesi olarak nitelendirmiştir.[ii] İşte bu görüşünden dönen ve söz konusu kararında adi ortaklık ve acentelik sözleşmelerinin hükümlerini de tartışarak menajerlik sözleşmelerinin kanunda düzenlenen hiçbir tipe dahil olmadığından bahisle kanunda düzenlenmeyen bir iş görme sözleşmesinin ancak vekalet akdi hükümlerinin (İsviçre Borçlar Kanunu 394/2, Türk Borçlar Kanunu 502/2) uygulanarak çözümleneceğini ifade etmek hukuk dünyasında çarpıcı bir etki uyandırmıştır. Esasen Federal Mahkeme’nin yukarıdaki kararı tatbik noktasından değil tavsif yani nitelendirme yönünden seçmiş olduğu ifade ve izahlar dolayısıyla çarpıcı bulunmuştur. Mahkemenin içtihat bütünlüğü önceki kararından “niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulama” noktasından değil bir iş görme edimini niteleme noktasından farklı bir yöne evrilmiştir. Bu yorum vekalet akdinin Roma Hukukundan bu yana yaygın kullanımının getirmiş olduğu bir etki ile açıklanabilirse de[iii] vekalet akdinin a-tipik yahut su-i generis-özel sözleşmelerin yapısına doğrudan tatbiki yahut doğrudan vekalet akdi olarak nitelendirilmesi somut olay adaletini zedeleyecek bir yolun kapısını açabilir. Bu teorik tartışmaları bir kenara bırakırsak menajerlik sözleşmelerinden kaynaklı davalarda mahkemelere yansıyan dilekçelere ve içerdikleri taleplere baktığımızda bu hususları net bir şekilde görebilmekteyiz. Bununla birlikte salt teorik olarak da gerek sözleşmenin taraflarının durumu, gerek sektörün hususiyeti birçok yan tartışmayı beraberinde getirmektedir. Bu tartışmaları başka bir yazının konusu kılarak şu kadarıyla yetinelim ki bir an için........
© Hukuki Haber
