LEHİNE TASARRUF YAPILAN TARAFINDAN MURİSE SAĞLIĞINDA BAKILMIŞ OLMASININ MURİS MUVAZAASI DAVASINA ETKİSİ (KONUYA İNSANİ YAKLAŞIM)
1. Giriş
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi aşağıdaki kararında önüne gelen uyuşmazlığı çözerken insani bir yaklaşım sergilemiş, bu yaklaşımla hayatın olağan akışını ve davanın taraflarının da birer insan olduğu hususlarını esas alarak karar vermiştir. Şöyle ki;
“…Nüfus kaydına göre, satış tarihinde 75 yaşında bulunan davacının yalnız bir kimse olduğu, evlat edindiği kişinin ilgi göstermemesi nedeniyle ortada kaldığı, maddi imkânlarının elverişli olmasına rağmen bakıma ve korunmaya muhtaç duruma düştüğü anlaşılmaktadır.
Yaşlılık ve yalnızlıktan ötürü hayatını tek başına sürdürmek zorunluğunda kalan, kalabalık olan dünyada Robenson gibi etrafsız bir kişi durumuna düşen davacının esaslı bir sıkıntı -müzayaka- içinde bulunduğu şüphesizdir. Müzayaka halinin çeşitleri vardır. Maddi ve manevi olabilir. Davacı yaşı, belki özel durumu ve inceleme konusu yapılmayan psikolojik yapısı itibariyle bakılmaya, korunmaya ve yakın ilgiye ihtiyaç gösteren halde olabilir. İçinde bulunduğu toplumun dışında yaşamak korkusu davacıyı bir bunalıma itmiş ise, bu halin manevi müzayaka olarak sayılması gerekir.
Davacının dışına atıldığı kanısında bulunduğu toplumla ilişki kurmasını sağlayacak -hiç değilse- bir kaç kişinin yardımına, himaye ve alakasına ihtiyacı olduğu şüphesizdir…”[1]
Konumuz açısından söz konusu karardaki isabetli yaklaşımın önemi aşağıda ayrıntısı ile ele alınacaktır.
2. Muris Muvazaası Kavramı ve Hukuki Sonuçları
Bilindiği üzere muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı malın temliki hususunda anlaşmakta, ancak görünüşteki sözleşmenin niteliği değiştirilmektedir. Mirasbırakanın gerçek amacı bağış iken, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi yaparak gizli sözleşmeyi gizler. Buradaki gizli sözleşme bağış, görünürdeki sözleşme ise satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesidir. Muvazaalı olan görünürdeki sözleşme olan satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesidir. Muris tarafından muvazaalı temlik gerçekleştikten sonra bu iradenin devamını sağlayacak şekilde yapılan satışların ne şekilde gerçekleştiğinin bir önemi yoktur.
Bir gizli sözleşme bulunduğundan muris muvazaası, TBK’nin 19. maddesinde düzenlenen bir nisbi (tam) muvazaa niteliğindedir. Hem gizli sözleşmede ve hem de görünürdeki sözleşmelerin amacı temlik olup, taraflar temlik konusunda anlaşmışlardır. Ancak görünürdeki sözleşme yasal kurallarına uygun yapılsa dahi, gizli sözleşme eğer yasal şekil kurallarına uygun yapılmazsa, gizli sözleşme yasal şekil kurallarına uygun olmadığından ve görünürdeki sözleşme ise muvazaalı olduğundan her ikisi de geçersizdir. Bu nedenlerle mirasbırakanın bazı tasarruflarında örneğin taşınır mallar ile tapusuz taşınmazların devirlerinde muris muvazaası uygulanmaz. Çünkü bu temliklerde görünürdeki satım sözleşmesi muvazaalı olduğundan geçersiz olsa da, bağış olan gizli sözleşme herhangi bir şekle bağlı olmadığından, gizli sözleşmenin şekil eksikliğinden dolayı iptali yoluna gidilemediğinden, mirasbırakanca muvazaalı bir devir yapılsa dahi, muris muvazaası nedeniyle iptali yoluna gidilemez.
Muris muvazaasında mirasbırakan ile karşı taraf arasında yapılan muvazaa anlaşması mevcut olup, amaç mirasçıları aldatmak, mirasçılarından mal kaçırmaktır. Bu amaç ise görünürdeki sözleşme ile gerçekleştirilir. Asıl amaç gizli bağış olmasına rağmen görünürde bu işlemi satış sözleşmesi veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak gerçekleştirilir.
“...Muris muvazaası, niteliği itibariyle 818 Sayılı Borçlar Kanunu (BK’nın 18. maddesinde düzenlenen bir nisbi (mevsuf -vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında, hüküm ve sonuç yaratmasını istedikleri başka bir işlem yaparlar... Borçlar Kanunu’nun 18. ve Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddelerine göre, hukuki işlemlerde bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, objektif iyiniyet kuralları gereğince kendisine karşı bildirimde bulunulanın sözlerinden ne gibi bir anlam çıkarması gerekiyorsa, ona uygun yorum yapılmalıdır... Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma akdi ile gizlerler. Görünüşteki sözleşmenin vasfı, tamamen değiştirildiğinden muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşır... Muris muvazaası ile taraf muvazaası arasında kasıt yönünden farklılık vardır. İlkinde, mirasçıları, diğerinde ise üçüncü kişileri aldatma ve zarar uğratma kastı vardır. Bu sebeple muris muvazaasında, murisin mirastan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediği önemlidir. Bunun dışında mirasçıların kim olduğunun önemi yoktur.
Muris muvazaası, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi dışında herhangi bir kanuni düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve ilmi görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 1.4.1974 tarih ve 1974/1-2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır...”[2]
“...Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir...
Somut olayda, parselin mirasbırakan Nuri tarafından 12.01.1989 tarihinde “satış” suretiyle temlik edilerek malvarlığından çıkarıldığının getirtilen kayıtlarla saptanmış olması karşısında, anılan taşınmazın da 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği açıklık kazanmıştır. Taşınmazın mirasbırakanın temlikinden sonra başka temliklere de konu edilmesi halinde, sonraki temliklerin ne şekilde (satış, ölünceye kadar bakım akti, bağış v.b.) gerçekleştirildiğinin 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulanması açısından sonuca bir etkisi yoktur. Artık, sonraki temlikler bakımından değerlendirilecek tek husus, mirasbırakanın mal kaçırma iradesinin devamını sağlamaya yönelik danışıklı temlikler olup olmadıkları hususudur.
Hal böyle olunca, dava konusu parsel bakımından da 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile taşınmazın “hibe” yoluyla temlik edildiğinden bahisle yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir...”[3]
Yukarıdaki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere, kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 1.4.1974 tarih ve 1974/1-2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Söz konusu içtihadı birleştirme kararının sonuç kısmı aşağıya alınmıştır.
“...Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve........© Hukuki Haber
