Dindar olup ahlaksız, ahlaklı olup dinsiz olunabilir mi? Değerler eğitimi bir yalandan mı ibaret?
“Türkiye eğitim sisteminde değerler eğitimi üzerinde bir istismar durumu var mıdır? Değerleri dine dayandırmak mümkün müdür? Ve eğer bir eğitim sistemi değerleri dine dayandırırsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Değerler eğitimi mümkün değil mi?”
Prof. Dr. Hasan Aydın ile değerler eğitimini konuştuk
Son dönemlerde, gerek uluslararası gerekse ulusal düzeyde değerler eğitimi kavramsallaştırması adı altında pek çok etkinliğe rastlanılmaktadır. Ne oldu da, birden değerler eğitimi söylemi ön plana çıkmaya başladı?
Değerler, kişiliğin oluşturucu unsurları arasındadır ve insan yapıp etmelerinin temeline oturmaktadır. Bu anlamıyla, değerlerden kaçınmak olası olmadığı gibi değerler eğitiminin yapılmadığı, değerlerin aktarılmadığı bir zaman dilimi de söz konusu değildir. Toplumsal yaşam süreklilik gösterir. İster ilkçağ, ister ortaçağ, ister modern çağ insanını ele alalım, bu insanların yapıp etmelerine içkin bir değerler dizgesi ile karşılaşılır ve bu değerler dizgesini sonraki kuşaklara aktarmak için güçlü bir çaba gözlenir. Bu örgün eğitim içinde olmasa, yaygın eğitim içinde yapılır. O halde son dönemlerde, değerler eğitimini daha sık duymamızın nedeni nedir? Kanımca burada, karmaşık bir nedenler örgüsüyle karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmem gerekir. Bu karmaşıklığın temelinde, farklı kesimlerin farklı nedenler ileri sürmeleri olgusu yatmaktadır. Kimilerine bakarsanız, bunlar daha çok dini eğilimi ağır basan kesimlerdir, rönesanstan itibaren gelişmeye başlayan, aydınlanma ve sanayi devrimiyle zirve yapan modernizm ve modern yaşam, bireyciliğe, akılcılığa, nesnelliğe, bilimselliğe, laikliğe, ilerlemeye vb. vurgusuyla geleneksel değerleri bir kenara itmiş, geleneğin yerine uzlaşma yaratacak yenisini koyamadığı için bir değerler bunalımına, onların hoşlandıkları deyişle söylersem, ahlaki bunalıma yol açmıştır. Özellikle değer yargılarının, metafiziği öteleyen pozitivist düşünce içerisinde öznelleştirilmesi ve duygu bildirimine indirgenmesi, değerler alanının bilgi statüsünü sarsmış, bir değerler anarşizmini doğurmuştur. Bunda, kapitalizmin yol açtığı araç değerlerin yaygınlaşmasının da güçlü bir rolü olmuştur. Bu kesim, değerler eğitimi deyince, aslında geleneksel-dini değerleri ihya etmeyi anlamaktadır. Batıda bu, kiliseye yer açmak, bizde ise Kemalist laikliği eleştirerek dini yapılara olanak sağlamak amacı gütmektedir. Bu kesime göre, temel bunalım, dünyadan Tanrı’nın kovulması ya da F. W. Nietsizche’nin deyişiyle Tanrı’nın öldüğünün ilan edilmesidir. Tanrı ölmüşse ya da dünyadan kovulmuşsa, her şey mübah demektir ve merhamet kalmamıştır. Kanımca gerek Batı’da gerekse bizde değerler eğitimi denilince daha çok bu gerekçe dile getirilmektedir. Bu yönüyle değer eğitimi, dini eğitimin seküler bir ambalajla sunulması anlamına gelmektedir. Kimi hümanistlere bakılırsa, modern dönemin asıl sorunu, modernizmden değil, modernizmin eleştirine girişen ve onun yerine hiçbir olumlu değer önermeyen, bir tür öznelcilik ve görecelilik hayaleti kılığında ortalıkta gezinen ve dinsel değerlerin yeniden gündeme gelmesine yol açan postmodernizmdir. Bu postmodernist hareket, modernitenin yaratmaya çalıştığı, seküler nitelikli ulusal ve evrensel değerleri, baskıcı karakterini gündeme getirerek toplum mühendisliği kavramsallaştırmasıyla eleştirmeye yönelmiş, bireysel, yerel, etnik, dinsel, cinsel kimliklerin uzantısı olan çoğulcu ve çok-kültürcü bir anlayışa ön ayak olmaya çalışmıştır. Adeta yerelliği ve kültürel farklılığı kutsamıştır. Bu yönüyle insanı ve insanlığı birbirine bağlayan ortak değer bağlarının koparılmasına yol açmıştır. Bu hümanistlere göre, kültürel görecelilik, yerellik vb. adı altında, dinsel değerlerle mücadele sonucu bin bir emekle elde edilen evrensel hümanist değerlerin altı oyulmakta, değerler hiyararşisi ve değerler alanında gelişmişlik ve gelişmemişlik gibi kültürel kategoriler yok sayılmakta, farklılıklar kutsanmaktadır. Her kültürün değerler dizgesi farklıdır denilerek, aşağı değerlerin eleştirisi olanaksızlaştırılmaktadır. Postmodernizmin eleştirisine odaklanan bu hümanist kesim, değerler eğitimi deyince daha çok insanları bir birine bağlayan ve insan olmaktan kaynaklanan aydınlanmacı hümanist değerlerin ortaya çıkarılıp işlenilmesini anlamaktadırlar. Değerler eğitimine de, bu işlevi yüklemektedir. Bu sürece feminist hareketlerin de katkısına değinmek gerekir. Feminist teorinin, insanlık tarihini erkek egemen bir tarih olarak okuması, gerek geleneksel gerekse modern değerlere erkeksiliğe vurgu yaparak meydan okuması, kadın kimliğinin ve kadınsı değerlerin tanınması için çabaların artmasına yol açmıştır. Bir anlamda bu hareket, kadının ve kadın aklının gerek gelenek gerekse modernite tarafından yok sayılmasına savaş açmış gibi gözükmektedir ve kadınsı hümanist değerlerin ön plana çıkarılmasını talep etmektedir. Yine bu süreçte, sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan çevre kirliğine karşı oluşan duyarlılık ve bu eksende yapılanan yeşiller hareketinin, doğanın vahşice sömürülmesinin önüne geçmek için duyarlılık oluşturma çabalarına değinmemek haksızlık olur. Tüm bunların yanında, modern kapitalizmin eleştirisine yoğunlaşan, kapitalizmin çıkar amacıyla dünya savaşlarına yol açmakla suçlayan sosyalist hareketlerin, insanın, insanı ve doğayı sömürmesinin önüne geçmek için alternatif bir toplum ve değer yaklaşımı ortaya koymaları, değerler eğitimi tartışmalarına güç kazandırmış gibi gözükmektedir. En azından Batı toplumlarında durumun bu minvalde olduğu anlaşılmaktadır. Kabaca değindiğimiz, bu eleştirel hareketlerin hemen hepsinin, yeni bir dünya kurmak için, birtakım değerler önerdiğini söylemek gerekir. Kanımca bu tartışmalardan ve bu tartışmalarda dile gelen gerekçelerden ve birikimlerden esinlenilerek, ilk kez 1995 yılında Birleşmiş Milletlerin 50. Yıl dönümü kutlamaları için Brahma Kumaris’in hazırladığı “Daha İyi Bir Dünya İçin Değerlerimizi Paylaşalım” isimli bir proje, değerler eğimi konusunda somut adımların atılmasına yol açmıştır. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin önsözündeki bir ilkeden geliştirilmiş olan tema, ‘temel insan haklarına, insan varlığının onuruna ve değerine olan inancı yeniden pekiştirmek için’ sloganıyla yola çıkmış gibi görünmektedir ve büyük ölçüde her kesimin üzerinde uzlaşabileceği düşünülen, mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, işbirliği, özgürlük, sevgi, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü, birlik gibi değerlere odaklanmıştır. Halen UNESCO tarafından desteklenen ve Association for Living Values Education İnternational (ALIVE) adlı kar amacı gütmediği ileri belirtilen bir kuruluş tarafından farklı ülkelerde yürütülmekte olan programın amacı çocukların karar verebilen, toplumda saygın bir yeri olan, kişisel gelişimlerini sağlayan bireyler olmalarını kolaylaştırmayı ereklediği ileri sürülmektedir.
Bizim ülkemizde, değerler eğitimi tartışmasının doğmasında yukarıda saydığınız nedenlerden hangisi ya da hangilerinin daha çok etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, son dönemlerde bilişim teknolojilerindeki gelişimle birlikte, Avrupa ve Amerika’da ne tartışılıyorsa, ardından izdüşümleri bize de yankılanmaktadır. Ancak, doğruyu söylemek gerekirse, bizdeki tartışmaların, güçlü sınıfsal ve toplumsal alt yapısının olduğu söylenemez. Örneğin bizde feminist, sosyalist, hümanist ve çevreci hareketlerin çok fazla etkili olduğu, bunların değerlere ilişkin taleplerinin çok fazla yankı bulduğunu göremiyorum. Kanımca bizde, postmodernist tartışmalar da, sığ kaldı; batıdaki aydınlanmanın izdüşümü gibi algılanan Kemalizm eleştirisi ile yetinildi. Bu eleştiriye kimi sosyalist hareketler de yöneldi. Soldan esinlenen........
© HalkTV
