menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dua’nın özü ve amel boyutu

26 0
06.09.2025

Kütüb-i Sitte’de Resul-u Ekrem (s)’in müminler; ayrıca vefat edenler ve şehidler için namazdan sonra yaptığı belirtilen duaların Haşr sûresinin onuncu ayetinin gösterdiği çerçevede gerçekleştiği ile ilgili hadisler mevcuttur. Ayetin meali şöyledir:

“(Medine’de Muhaciri barındıran Ensar’dan veya Muhacir ve Ensardan) sonra gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman ile gelip geçmiş kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı bir çekememezlik oluşturma. Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli ve ikramı bol olansın.” (59/19)

Dua, Kurân-ı Kerim’de yardım talep etmek manasında Allahü Teâlâ’ya yalvarmak ve istekte bulunmak anlamında kullanılır. Duanın ana hedeflerinden birincisi, Allah’a niyazda bulunulması; ikincisi insanın ve toplumun halinin Rabbe arz edilmesidir.

Dua, Allah’a yani en üstün olana yüce kudreti karşısında saygı ve ümit hisleri ile aracısız olarak doğrudan ihtiyaçları ve yakarışları duyurma çabasıdır.

Yunus sûresinde müminlerin Cennetteki duası da belirtilir. Allah tazim ve tenzih edilir. “Subhanekellahumme” / “Senin şanın çok yücedir Allah’ım.” Orada birbirlerine esenlik dilekleri ise “selam”dır. Dualarının sonu da “İl hamdulillahi rabbil âlemin” / “Hamd (övgü), âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”

Duada iki temel unsur vardır: 1. Allah’ı tazim, anmak/hatırlamak yani zikir. 2. Allah’tan dilekte bulunmaktır.

Resulullah (s) “Dua, ibadetin özüdür” demiştir. (Tırmizi, Da’vât, 1) Zâriyat sûresinde insanın dünya hayatında asıl görevinin “kulluk” olduğu hatırlatılır (51/56). Kur’an’da “Salat” kavramı da “Dua” anlamında kullanılır. Ama dua, vakitli namaz yani “akîmus salat” dışında her zaman ve her yerde yapılabilir.

Dua hem kötü durumdan kurtulma isteği, hem kulluk bilinci içinde zihnin gaybî âlemin hakikatine yani Allah’ın rızasına yönelmeyi ifade eder.

İnsan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce samimiyetle Allah’a yönelir. Zaten Araf sûresinde belirtildiği gibi insanın fıtratına yaratılıştan Allah’ı birleme özelliği konulmuştur (7/172). Yunus sûresinde şöyle bir mesel aktarılır: “Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Öyle ki siz gemideyken ve güzel bir rüzgârla akıp giderken, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada, birden şiddetli bir kasırga gelip çatar ve her yönden dalgaların onları sarıp kuşattığı anda, dini Allah'a has kılarak: ‘Ant olsun, eğer bizi kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız.’ diye dua ederler.” (10/22) Ama Kitab-ı Kerim’e göre “İnsan zayıf yaratılmıştır” (4/28). Âdem (a) da, kendisine ulaştırılan buyruğu Taha sûresinde belirtildiği gibi “unutmuştur” (20/115). Yani insan unutan bir varlıktır. İnsan nimetlere ulaşmakta da acelecidir. İsra sûresinde hatırlatıldığı üzere “İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua ediyor. (Çünkü) İnsan çok acelecidir” (17/11).

Allah’a dua ettiği ve duasına icabet edildiği halde İslamî esaslara tutunmayan insanın halini Rabbimiz İsra sûresinde şu misalle açıklar: “Denizde başınıza bir sıkıntı geldiği zaman yardıma çağırdıklarınızın hepsi (zihninizden) kaybolup gider, sadece Allah kalır; ama Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz! İnsan çok nankördür” (17/67).

Peki zayıf yaratılan insan iradesine yardım edecek olan nedir?

Kehf sûresinde belirtildiği gibi “…Unuttuğun zaman Allah’ı hatırla” (18/25) emri doğrultusunda Allah’ın insanı yarattığı ve başıboş bırakmadığı, ona çeşitli nimetler verdiği, kendisini de eşyaya, paraya, mevkie ve -sadece ‘nisa’ya değil- erkek olsun kadın olsun hemcinsine, çocuklara, yakınlara........

© Haksöz