menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çürümüş toplumda suç kimdedir?

9 0
21.02.2025

Toplumsal çürüme olgusunu anlamak için öncelikle Emile Durkheim’ın anomi kavramına başvurmak yerinde olacaktır. Durkheim’a göre, bireylerin toplumun değerlerinden ve normlarından kopması, toplumsal bütünlüğün zayıflamasına yol açar. Anomi, bireylerin anlam krizine sürüklendiği ve normların bağlayıcılığını yitirdiği bir durumu ifade eder. Modern eğitim sistemleri, bireyleri teknik bilgiyle donatırken, toplumsal aidiyet ve değer aktarımı süreçlerini geri plana itmektedir. Bu durum, bireylerde köksüzleşme ve yabancılaşma duygusunu pekiştirmektedir.

Zygmunt Bauman’ın akışkan modernite yaklaşımı da bu bağlamda önemlidir. Bauman, modern toplumların sürekli değişim ve belirsizlik içinde şekillendiğini savunur. Eğitim sistemleri de bu akışkan yapıya uyum sağlamak adına pragmatik bir yönelim benimsemekte, böylece bireylerin ahlaki ve etik gelişiminden ziyade piyasa odaklı beceriler geliştirmeye odaklanmaktadır. Bu durum, bireylerin yalnızca üretim ve tüketim döngüsüne entegre olmasını sağlamakta; ancak toplumsal değerlerin ve ahlaki normların aktarımı açısından bir boşluk yaratmaktadır.

Türk-İslam düşüncesinde ise toplumun inşasında ahlak ve eğitim ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Farabi’nin erdemli şehir anlayışı, bireylerin hem bilgi hem de ahlak bakımından gelişmesi gerektiğini vurgular. İbn Haldun’un asabiyet kavramı ise toplumsal dayanışmanın ve birlikte yaşama bilincinin önemini ortaya koyar. Modern eğitim sistemlerinin bu değerlerden uzaklaşması, toplumsal çözülmenin hızlanmasına katkıda bulunur.

Toplumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için adalet, temel bir yapı taşı olarak kabul edilir. Adaletin yalnızca kurumsal bir yapı ya da hukuki bir ilke değil, aynı zamanda bireylerin ahlaki ve vicdani eğilimlerinde kökleşmiş bir kavram olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bireylerin adalet anlayışı toplumsal düzenin sürdürülebilirliği açısından belirleyici bir unsur hâline gelir. Ancak bireyin adalet anlayışında meydana gelen sapmalar, zamanla toplumsal çürümenin öncülü olabilir.

Toplumun çürümesi, basitçe dış etkenlere veya sistemlerin kusurlarına bağlanabilecek bir olgu değildir. Gerçek çürüme, bireyin içinden başlar ve dışa yansır. Bu, yalnızca toplumsal yapıların değil, bireylerin ahlaki zaaflarının ve sorumluluktan kaçışlarının ürünüdür. Sıklıkla suç, sistemlere ya da üst yapılara izafe edilerek bireyin rolü görünmez kılınır. Oysa her yozlaşmış düzenin temelinde bireysel ihanet ve ahlaki çöküş yatar.

Toplumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için adalet, temel bir yapı taşı olarak kabul edilir. Adaletin yalnızca kurumsal bir yapı ya da hukuki bir ilke değil, aynı zamanda bireylerin ahlaki ve vicdani eğilimlerinde kökleşmiş bir kavram olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bireylerin adalet anlayışı toplumsal düzenin sürdürülebilirliği açısından belirleyici bir unsur hâline gelir. Ancak bireyin adalet anlayışında meydana gelen sapmalar, zamanla toplumsal çürümenin öncülü olabilir.

Ahlaki gelişim teorileri, bireylerin doğru ve yanlış kavramlarını nasıl geliştirdiğini, ahlaki yargılara nasıl ulaştığını ve bu süreçlerin yaşam boyunca nasıl değiştiğini inceleyen teoriler olup birçok teori bulunmaktadır.

Lawrence Kohlberg’in, Jean Piaget’in bilişsel gelişim teorisini genişleterek altı aşamalı bir ahlaki gelişim modeli oluşturmuştur. Bu aşamalar üç ana düzeyde gruplanır:

Düzey 1: Gelenek Öncesi Düzey (Çocukluk)

Aşama 1: İtaat ve Ceza Oryantasyonu – Kurallara uyma, ceza korkusuna dayanır.

Aşama 2: Araçsal İlişkiler Oryantasyonu – Kişisel çıkarlar ve ödüller ön plandadır.

Düzey 2: Geleneksel Düzey (Ergenlik)

Aşama 3: İyi Çocuk Oryantasyonu – Sosyal onay ve iyi niyet önem kazanır.

Aşama 4: Kanun ve Düzen Oryantasyonu – Toplum düzeni ve yasalar önceliklidir.

Düzey 3: Gelenek Sonrası Düzey (Yetişkinlik)

Aşama 5: Sosyal Sözleşme Oryantasyonu – Yasalar, toplumun iyiliği........

© Haksöz