Yakın tarihten çıkacak en önemli ders
Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı olarak bilinen Sol TV’nin hazırladığı “Medusa’nın Salı: Bir AKP Belgeseli”nin beş bölümü YouTube’da ortalama 500 bin kere izlendi. Ek$iSozluk’te hakkında 40 sayfa yazılmış. Komünistler, solcular, sözlükçüler değil, belgeseli hedefe koyduğu sermaye sınıfına mensup insanlardan da methini duyuyorum. McKinsey’de çalışan bir arkadaşım “Anglo-Kapitalist beni bile solcu yapacak,” diye gülerek özetledi. Beşinci bölümü Çarşamba gecesi YouTube’da yüklenen belgeseli ben de bir solukta izledim.
Elbette içinde Türk soluyla özdeş her-şeyin-arkasında-Amerika-var ve lanet-olsun-bu-iş-dünyası ezberlerini bol bol barındırıyor. Belgeselin Amerikan sermayesinin en önemli medya platformunda gösteriliyor olması ironik mi yoksa değişen dünya şartlarına artık Türk komünistlerinin bile uyum sağlamasının zorunluluğu mu?
Belgeselin bu kadar ilgi çekmesinin bir nedeni Türkiye’nin hafızasızlığı. En iyimiz bile en fazla son üç-dört seneyi hatırlıyoruz. Ama bu hafızasızlığın da bir nedeni var: Belgeselin şimdilik beş bölüme sığdırdığı yakın tarihte o kadar çok olay, o kadar şok yaşandı ki hepsini akılda tutmanın imkanı yok. Bu yüzden ekibin titiz arşiv çalışması, olayları birbirine bağlaması, dahası bazı tezler öne sürüp resmin bütününe bakabilmesi önemli. Bir de dönemin tanıklarıyla söyleşilerle zenginleştirilse paha biçilmez bir arşiv çalışması olabilirmiş.
Belgeselin bu kadar ilgi çekmesinin bir diğer nedeniyse çok da haksız olmayan sermaye ve ABD düşmanlığının ötesinde yakın tarihe dair ciddi ciddi tartışılması gereken bazı tezler ortaya atıyor. Mehmet Ali Birand’ın yapmaya ömrünün yetmediği bir belgesel bu.
ASKER AKLI NEREYE GİTTİ
Ama Birand yapsaydı bile “devlet aklı” olarak bilinen ve pek çok kişinin ülkenin kaderini çizdiğini düşündüğü o görünmez elin yakın tarihteki kritik bir dönemeçte ordudan MİT’e geçtiğini işler miydi emin değilim. “Medusa’nın Aklı” daha müsteşar yardımcısıyken Emre Taner’in Abdullah Öcalan’la görüşmesinin bir milat olduğuna dikkat çekiyor. Görüşme 2005’ten önce gerçekleşiyor, yani AK Parti iktidarının ilk yıllarında.
Ancak o yıllarda “anlı şanlı” olarak bildiğimiz Türk Ordusu’nun FETÖ kumpaslarıyla yıpratılıp içinin boşaltılmasına daha birkaç sene var. Olayların gelişiminden gördüğümüz birilerinin—adlarına ister hükümet, ister derin devlet, ister ABD deyin—yola daha fazla mevcut orduyla devam edilemeyeceğini görmesi ve yeni bir akıl arayışı. “Medusa’nın Salı” da bu ihtiyacın nereden doğduğunu belki de ilk kez net bir şekilde dillendiriyor: Yeni bir akıl aranıyordu çünkü eski akılda… yani orduda… nasıl denir hani… biraz kibarca söylersem… açıkçası… pek akıl kalmamıştı.
Kuruluşundan beri kendisini rejimin garantörü olarak gören ve sık sık gerek askeri gerekse sözlü müdahalelerle siyasete müdahale etti asker. Ancak 28 Şubat sürecinde karşısında sivil bir direnç olmadığı, müdahalesinin altyapısı da şeriat korkusu pompalanarak hazırlandığı için haddinden fazla güçlendi. Generaller de rejimi koruma adı altında kendi kendilerine biçtikleri sorumlulukları aşmaya, ellerindeki gücü istismar etmeye başladı. Gazetecilerin yalan belgelerle hedefe konması, medya patronlarına doğrudan telefon aranıp tehdit edilmeleri bu had aşımının en akılda kalıcı örneğiydi.
Gazeteciler o yıllarda “tüccar generaller” ifadesini kendi aralarında sık sık kullanırdı, ama altı ancak marjinal denebilecek yayın organlarında doldurulurdu. Sonuçta asker hala bir tabuydu ve ana akım komutanların tehdidi altındaydı. Aralarında medya patronu da olan sermaye sahipleri Kenan Evren’in korkunç tablolarını astronomik paralara alıyordu hala.
Dönemin anlı şanlı köşe yazarları da 28 Şubat’ın paşalarından Çevik Bir’in önünde hazır ol’daydı. Bir’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamak için yaptığı toplantıda eski gazeteci Murat Birsel’in paşayla karşılıklı konuşmasında içine düştüğü durum eşi Gürse Birsel’in ömrü boyunca yazacağı bütün skeçlerden daha komikti örneğin.
ENTELEKTÜEL DESTEĞİ KAYBETTİLER
28 Şubat........
© Habertürk
