menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kara Kemal öldürüldü mü, intihar mı etti?

146 4
18.06.2025

Buralarda nevri dönmeye başladı dünyanın. Kuzey ışıklarının gökyüzünü süslediği çok uzun kış gecelerinden, güneşin bir türlü batmadığı çok uzun yaz günlerine geldik nihayet. Akşam bir türlü inmiyor hanemize; aydınlık içinde bir gece hüküm sürüyor saatlerce, o büyülü beyaz gecelerin eli kulağında…

Geceye hiç benzemeyen bir gecenin geç bir vaktinde, yatak odasının perdelerini sıkı sıkıya çekip girdim yatağa. Elimde Samet Ağaoğlu’nun Demokrat Parti devrinde, kendisi başbakan yardımcısıyken inşa edilen, Orta Anadolu’nun tarihi şehri Kayseri hapishanesinin bir hücresinde müebbet hapse mahkumken 1963 yılında yazdığı çocukluk ve gençlik hatıralarını anlattığı “Hayat Bir Macera” kitabı… Kitabın bir yerinde babası Ahmet Ağaoğlu’nun Malta sürgünlüğünden bahsediyor Samet Bey. Sarayburnu’ndan dönerek bir meçhule doğru giden, boyaları dökülmüş, köhne bir İngiliz şilebinde başta Sadrazam Sait Halim Paşa, paşalar, nazırlar, büyük büyük kumandanlar, sefirler, bazı anlı şanlı valiler, Ziya Gökalp gibi alimler de var babasıyla birlikte. Hareketten sonra, Malta’ya gideceklerini söylemişler sürgünlere, öncesinde hiçbir malumat yok. Gemi Çanakkale Boğazı’nı geçince Limni adasına dümen kırar, limana yanaştığında aralarından yirmi beş kişiyi indirip İngilizlere teslim ederler, adaya çıkanlar kurşuna dizileceklerini sanır, gözyaşları içinde birbirleriyle vedalaşırlar. Bu kederli, endişeli, hüzünlü günün tesellisini Ziya Gökalp bulur, döner arkadaşlarına der ki:

“Bizim insan yanımız İstanbul’da, yurdumuzda, ailelerimizin yanında kaldı. Buraya köpek tarafımızı getirdiler. Öldürecekleri de ancak bu! Ruhumuz vatanda yaşayacak.”

Alimin bu lafı bile bu yazıya oturmama yeterdi ama Samet Bey, hatıratının ilerleyen sayfalarında Malta’daki “babasının arkadaşları”ndan bahsetmeye başlar. Bir ara söz Kara Kemal’e gelir. Ondan sitayişle bahseder, şefkatle… İttihatçıların arasından çıkmış, “fedailikte olduğu kadar doğruluk ve namuslulukta da birinci sınıf insanlardandı” der. Malta’da bulunduğu sırada, İstanbul’da kurduğu onlarca şirketten istemediği kadar para geliyor ona. Sürgünler zor şartlarda yaşıyorlar adada. İngilizlerin verdiği konservedir tek gıdaları. Kara Kemal her para geldiğinden o parayı, parası olmayan arkadaşlarına dağıtır, kendisi de “İngiliz konservesine” talim eder. Ayrıca “bir yorgan bir seccade, bir yastıktan ibaret eşyasını her gece yine bir arkadaşının yatağı yanına götürerek, meyus kalplere ümit ve teselli vermeye” devam eder.

Osmanlı İmparatorluğu öldüğünde, cesedinin başında alayı şaşkın, çoğu cahil, yol bilmez, yönsüz, çapsız, ufuksuz İttihatçılar vardı. İmparatorluk son nefesini onların elinde verdi. Hatta kendilerine en yüksek makamları uygun görmüş en baştaki üç “koçbaşı” Enver, Talat ile Cemal paşalar, son nefesini vermesini beklemeden terk ettiler onu. Sekeratta son bir defa bir bardak su vermeye yeltenmeden Kuruçeşme açıklarında bekleyen bir Alman denizaltısına binip kaçtılar. Kasım ayının birinci günü, sene 1918’di. Beş gün sonra “Zaman” gazetesinde Refik Halit (Karay) arkalarından “Efendiler nereye?” diye bas bas bağıran bir yazı aldı kaleme.

“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?

Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?

Kedisiz evlerde fareler vardır, kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku aldınız, kedi geliyor, koca fareler nereye?

Dul anaların haylaz çocukları vardır, sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp eskiciye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?”

Uzun yazının her satırı çarpıcıdır. “Efelere taş çıkardınız, zorbalara parmak ısırttınız. (…) Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti?” diye sorar onlara. “Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hülasa bacağımızdan yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler” diye onları millete şikâyet eder. Programlarını; Muhalif mi? Al aşağı… Muharrir mi? Vur başına… Türk mü? Sür ölüme… Rum mu? İste parasını… Ermeni mi? Kes kafasını… Arap mı? Çek ipe… Kadın mı? Gönder eve… Haydut mu? Buyurun köşeye… Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma… Yahudi mi? Sor fikrini… Kalan kimseye at sopayı… Paraları koy cebine, diye tarif eder.

Harikulade bir metindir, birçok yerde var, bulup mutlaka tümünü okuyun okumamışsanız eğer.

Üç ittihatçı koçbaşı, Alman Kayzeri’nin topladığı son pılı pırtısıdır. İngiliz borazanı ötüyor şimdi her yerde. Hakikat, Attila İlhan’ın şiirinde tarif ettiği gibidir:

“sabah ezanları köyden köye yayılıyor

hey gidi hey

‘mülk’ sözde osmanlı’nın ama

alaman’ın elinden

ingiliz alıyor”

Refik Halit’in demesiyle Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı üç paşa ziyafet bittikten sonra “ağzını silmeden, elini yıkamadan”, “bir de acı kahvemizi içmeden” çekip gidince yerlerini Kara Kemal’e bıraktılar.

En cesurları, içlerinde Maliyeci Cavit’ten sonra kafası en çok çalışanı oydu, vatanı terk etmeye hiç niyeti yoktu.

Kara Kemal, yakın zamanda bir edebiyat tartışması vesilesiyle tekrar gelip kurulduğu gündemimize.

Mayıs ayı başında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Nuri Sağlam, “Karar” gazetesinden Saliha Sultan’a verdiği röportajda, Kemal Tahir’in ilk baskısı 1969’da yapılan ve İzmir Suikastını anlatan “Kurt Kanunu” romanının 1981’den bu yana tahrif edilmiş şekilde basıldığına dair çok mühim bir iddia attı ortaya.

Sağlam, mezkûr mülakatında İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelen isimlerinden Kara Kemal’in başrolde olduğu romanda, 12 Eylül döneminde Tekin Yayınevi tarafından yapılan yeni baskılarında önemli bir “tahrifat” yapıldığını söylüyordu. Romanın 1972 baskısında, yani henüz Kemal Tahir hayattayken yapılan ikinci baskısında, Kara Kemal’in “intihar etmediği, tam tersine polisler tarafından hedef gözetilerek öldürüldüğü” yazıldığı halde bu bölüm 1981 yılında Tekin Yayınevi tarafından yapılan yeni baskısından çıkartılmış, Kara Kemal’in yakalanacağını anlayınca “intihar ettiği” yazılmıştı.

Bu iddia üzerine kıyamet koptu. Edebiyat alimlerinden okurlara kadar topa girmeyen kalmadı. Ancak hakikat bir süre sonra ortaya çıktı da ortalık biraz sakinleşti. Meğer romanın ilk baskısı 1969’da yapılmış ve........

© Habertürk