menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kahveci olmak isteyen meşhur yazar

74 0
04.06.2025

Semavere, sarnıca, lüzumsuz adama, havadaki buluta, son kuşlara, birtakım insanlara, balıkçılara, meyhanecilere, çımacılara, vapurlara, balıklara, hallaçlara, gece gezen kadınlara, Yüksekkaldırım yosmalarına, çöpçülere, sığırtmaçlara, papaz efendiye külhanbeylere, kestanecilere, topal martıya, ay ışığına, yağmura, Eleni ile Katina’ya, Falcı Matmazel Todori’ye, simide, çaya, kaşar peynirine, ada sabahlarına, uçurtmalara, salıncaklara, aklınıza gelecek her şeye, hatta haritada bir noktaya bile hikaye yazmadığı, hakkında bir çift kelam etmediği hemen hemen hiçbir şey bırakmadığı bu şehr-i İstanbul’da girmediği batakhane, film seyretmediği sinema, içmediği meyhane bırakmayan, hepi topu 48 yıl yaşamış ama yaşadıkça yazı yazmış, yazıdan başka hiçbir işe adamakıllı bulaşmamış Sait Faik Abasıyanık’e günün birinde bir gazeteci şu soruyu sorar:

“Hikayeci olmasaydınız ne olmak isterdiniz?”

Cevabı şu olur:

“Kahveci, kahveci olmayı çok isterdim. Hem gene de istiyorum. Şöyle deniz kenarında sessiz bir kahvem olsun, oraya kim bilir ne çeşitli insanlar gelip gidecek, ben onları tanıyacak, seveceğim.”

Yazısına sahtekarlığı bulaştırmamış, her satırında samimiyet akan, neye inandıysa onu yazmış, günü kurtarmak, birilerine yaranmak, hükümete akıl vermek, muhalefete ayar vermek veya tersi; bir cemaatin mensubiyetinin sınırları içinde kalmak gibi bir dert gütmemiş, yazıya çok yüksek, ulvi manalar yüklememiş, kalemini bir ideolojinin emrine vermemiş, kimseye akıldanelik yapmamış, kendini yüksek katlarda gezen her şeyi bilen bir adam olarak görmemiş, bir fikri cereyanın esaretinde yaşamamış, onun propagandasını yapmamış, her daim cebinde gezdirdiği kurşun kalemiyle sarı saman kağıtlara durmadan fırından taze çıkmış ekmek sıcaklığında harikulade hikayeler yazmış olan bu büyük muharririn hayalini kurduğu kahve; bugün mahallelerin derinliklerinde içi sigara dumanıyla kaplı, okey taşı hışırtıları ve dili bozuk müdavimlerin bağrış çağırışlarıyla inleyen izbelerden veya nargile içilip puro tüttürülen, zengin müdavimlerinin kupalardan yabancı marka kahveler içtikleri mekanlardan bahsetmiyordu. Onun gönül düşürdüğü kahve kendi devrinin, yani eski zaman kahveleridir ki onları şöyle anlatır:

“Severim kıraathaneleri. Bir ihtiyar gözlüğünü takmıştır. Ötekisi elinde gazeteyi bir türlü bırakmayana içerlenmektedir. İki yaşlı başlı adam, çocuklar gibi olmuş, domino oynamaktadır. Üç kişi hiç aklınıza gelmeyecek bir siyasal düşüncededir. Bir küçücük, sizin dikkatinizi bile çekmeyen bir haberden neler neler çıkarılır yarabbi! Sonra birdenbire hiç ummadığınız birinin karaborsayı nasıl ortadan kaldıracağını anlatışına dalarsınız. Düşünceleri önce size gülünç gelir. Sonra: Hani hiç de yanlış değil, dersiniz.”

Yazdığı birçok hikâyede, hayalini kurduğu kahvelere benzer böylesi kahvehaneler vardır.

“Son Kuşlar” hikayesinde yaşadığı Ada’da böyle bir kahvenin varlığından bahseder. Yaz mevsiminin “gitmek için fazla telaş etmediği” Ada’nın öteki yakasında fazla ev yok, yalnız tek bir kır kahvesi vardır.

“Bir küçük koyun hemen on beş metre yukarısında, bir apartman terası kadar ufak bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde hâlâ karıncalar gezer, hâlâ sinekler kahve fincanının etrafına konarlar.”

Bahsettiği bu kahvenin son haline yetiştim galiba ben. İstanbul’a ilk geldiğim sene 1983 yılının yazında Vedat Günyol, “hadi sana çok sevdiğin Sait Faik’in hikayelerinde bahsettiği sık sık gidip orada hikayelerini yazdığı kahveyi göstereyim” demiş, Ada’nın arkalarına doğru yola çıkmıştık. Yazarın “Hişt, Hişt” hikayesinin geçtiği yoldan geçmiştik.

Sait Faik o kahveyi anlatmaya şöyle devam eder:

“Kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdır. Kahveciden çok, ters bir devlet........

© Habertürk