menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İskilipli İsmail Hoca!

93 4
01.10.2025

Attila İlhan şiirlerinden firar etmiş pis bir yağmur yağıyordu şehre. Herkes sığınacak bir yer arıyordu. Cesaret edip atamadım kendimi sokağa. Gerisin geri girdim kaldığım yere. Kuruldum bir masaya, bir çay daha söyledim, açtım bilgisayarımı önüme.

Akşam, bir dost sofrasında en çok ondandan bahsetmiştik. Herkes bir anısını anlatmıştı. Bir insanla hemen hemen herkesin bir anısı olması ne muhteşem şey! Daha muhteşemi, onunla ilgili hiç kimsenin ama hiç kimsenin, yağmurun bile bir kem söz söylememesidir; en muarızları bile… Ona dair söz alan herkesin, onu anlatmadan önce dudaklarına sevecen bir gülümseme yerleşir, belli ki güzel bir şey anlatacak. Birisi de adama dair kötü bir şey söylesin yahu; yok! Biri de hilesini hurdasını, bir aykırı davranışını, keleğini, ihanetini, kibrini, bencilliğini, hodbinliğini dillendirsin; yok! Oysa bizde adet böyle değildir. Bir yemek masasında, bir dost meclisinde, bir yarenlik anında üç beş kişi varsa, mutlaka o sırada orada bulunmayan birileri çekiştirilir, orada olanlar da birbirini pohpohlar. Birisi de masadan kalkmaya görsün, geride kalanlar başlar gidenin üstünde tepinmeye, herifin muhterisliğini mi ararsınız, beş para etmezliğini mi artık kimin ağzına hangi kelime gelirse…

Bir tek İsmail Beşikçi bütün bundan muaftır. Orda değilse de oradaysa da veya biraz önce masadan kalktıysa da arkasında hiç kimse incitici, kırıcı, kötü bir laf söylemez. Bulduğu açığını kendi açığını kapatmada “pine” olarak kullanmaz. Kimse onun için mesela para göz veya cimri, kibirli veya dalkavuk, kendi çıkarını düşünen veya burnu havada demez. Kimse onun için olumsuz bir şey söylemez. Söylerse eğer hiç kimseyi inandıramaz.

Cümle günahlarımızdan, suçlarımızdan, sakatlıklarımızdan, ihtiraslarımızdan, hırslarımızdan, kifayetsizliğimizden azade tek bir insan vardır memleketin entelektüel mahfillerde; o da İsmail Beşikçi’dir bence. Şeyh olsaydı bir dergâhta, uçması için müride ihtiyaç duymazdı; o derece...

Dostu, muhafızı, destekçisi, varını yoğunu onu biraz daha rahat yaşatmak için harcamaktan geri durmamış, her anında, hapishanede olsun dışarıda olsun yanında durmuş en yakını İbrahim Gürbüz’e telefon etti sofrada bulunan arkadaşımız Ahmet Güneştekin; telefonun sesini de dışarıya verdi. Gürbüz’den aldık; 1960’ların ikinci yarısında, bir doktora öğrencisiyken içtimaiyatlarına dair malumat toplamak üzere aralarına karıştığı, dilini bilmez gariban Kürt köylüsünün ona taktığı isimle “Sari Xoce”nin tedavisine dair haberleri. Bu yazıyı yazarken Gürbüz’ün söylediğine göre durumu kötü değildi, beynine kan yayılmıştı ama insanları tanıyordu, gülümsüyordu, ağzından bazı kelimeleri çıkıyordu, Hoca’nın dirençli olduğunu söyledi Gürbüz, muhakkak ayağa kalkacak! (Yazıyı göndermeden önce son haberlerini “oğlum” dediği hapishane arkadaşı Halit Yalçın’dan aldım, Hoca iyi, böyle giderse yoğun bakımdan normal bir odaya alacaklar bugün yarın.)

Yıllar önce, yakın dostları Ümit Fırat ve rahmetli İhsan Aksoy’la birlikte bizim eve bir akşam yemeğine geldiği zamanla, onu son görüşüm olan, geçen haziran ayının sonuna doğru, ortak dostumuz Abdullah Keskin’in evindeki akşam yemeğinde de yaptığı aynı şey, hiç kaçmadı gözümden. Kitap müptelaları veya Tanpınar’ın deyimiyle “mürekkep erbabı” bir mekâna, bir eve bir salona girdiğinde gözleri önce kitapları arar. Varsa eğer orada aradığı şey, önce onların bulunduğu yere doğru gider, asıl mekân sahibi saydığı onlarla selamlaşır, şefkatle bakar, sırtlarında gezdirir gözlerini… O sırada ne arıyorsa artık, çoğunlukla kendisinde olmayan, ona sürpriz yapacak bir kitap arıyordur muhakkak, birisini alır, incelemeye başlar. Bizim evde, böyle bir kitap bulmuştu “Sari Xoce” eve girer girmez uzun bir süre önünde durduğu kitaplıkta… İsveç’te basılmıştı, 12 Mart günlerinde Diyarbekir hapishanesinde birlikte siyasi savunma hazırladıkları, 12 Eylül darbesinden sonra da yine aynı hapishanede kafasını kalasla parçalayarak hamamda öldürdükleri eski dostu Necmettin Büyükkaya’ya dair bir kitaptı bu kitap. O her daim gülen gözleriyle bana bakmış, çok sevdiği bir oyuncağı dükkân vitrininde görüp ona kavuşmak için ebeveynine yalvaran gözlerle bakan bir çocuk edası görmüştüm o bakışta. Kitap sevdalılarının bakışı yabancı değildi bana,........

© Habertürk