İlber Ortaylı ne dedi? Abdullah Cevdet ne demişti?
Dr. Abdullah Cevdet 1932 yılında İstanbul’da sefalet içinde, yapayalnız vefat ettikten on beş sene sonra; Naziler Rusya’yı işgal edince, işgal altında kalan topraklarda yaşayan halkı ajan ilan eden Stalin’in zulmüne uğramasınlar diye bozgundan sonra geri çekilirlerken beraberinde götürdükleri o insanlar için Avusturya’nın Bregenz şehrinde inşa ettikleri bir kampta tanışıp evlenen Karaçay asilzadelerinden, Stalingrad’da Rus Dili ve Edebiyatı okumuş Şefika Hanım ile yine Rusya’da doğup büyümüş, uçak mühendisi olmuş Kemal Bey’in evliliklerinden 1947 yılında “ilimle aydınlanmış” anlamına gelen İlber adını verdileri bir erkek çocukları dünyaya geldi. İlber iki yaşına bastığında BM, kamptakilere istedikleri ülkede yaşama hakkını tanıyınca aile Türkiye’yi seçerek gelip Ankara’ya yerleşti ve “Ortaylı” soyadını aldı. Baba askeri fabrikada uçak mühendisi olarak çalışmaya devam ederken, bir yandan da Kırım Tarihi ve Tatarlara dair Rusçadan Türkçeye makaleler tercüme etti. Anne Şefika Hanım ise, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünde hocalık yapmaya başladı. (Rahmetli Mete Tunçay’a atfedilen bir anekdot: İlber Ortaylı’nın verdiği bir konferans sonrasında Mete Tunçay annesini kastederek, “Şefika Hanım Ankara Üniversitesi’nde üye değil mi?” “Evet.” “O zaman bir dilekçe yazalım; İlber’i atsınlar annesi gelip ders versin,” dedi. Annesi öğrencileri tarafından pek sevilen, tatlı tatlı ders anlatan bir hocaymış.) İlber Ortaylı, Rusça, Almanca ve Türkçe konuşulan bir evde büyüdü.
*
1869 yılında Malatya’nın Arapgir kazasında, Kürtçe-Türkçe konuşulan bir evde doğan Abdullah Cevdet’in ilk hocası Diyarbekir Birinci Tabur Kâtibi olan babası Ömer Vasfi Efendi’dir. Hozat ve Arapkir’de ilk mektebe başladığında, babası aynı zamanda onu sıkı bir din eğitiminden geçiriyordu, Ma‘mûretülazîz Askerî Rüşdiyesi ile Kuleli Askerî Tıbbiye İdâdîsi’ni bitirdikten sonra Mekteb-i Tıbbiyye’ye kaydoldu. Daha sonra “gülü ve dikeniyle” onu kabul edecek kadar şiddetle savunduğu Garpçılık akımının en önde gelen düşünürü oldu ve yeni cumhuriyetin kurulmasında fikirleri Mustafa Kemal’e büyük bir ilham verdi. Abdullah Cevdet, kendi kendisini yetiştirdi, olağanüstü bir çabayla şair, âlim ve doktor olarak yüzlerce kitabı ilk defa Türkçeye çevirdi; bizi Shakespeare ile tanıştıran odur. Tek başına yayınladığı “İçtihad” dergisiyle Türk düşünce hayatında geniş ufuklar açarken büyük hocaların rahleyi tedrisinden geçerek oraya gelmemişti.
Buna karşılık İlber Ortaylı ise 1970’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun olurken Şerif Mardin, Halil İnalcık, Mümtaz Soysal, Seha Meray, İlhan Tekeli, Mübeccel Kıray gibi her biri kendi alanında çok önemli çalışmalara imza atmış efsanevi hocalardan ders almıştı.
İlber Ortaylı; fakülteyi bitirip, bir süre yurt dışında yüksek lisans çalışmalarını tamamlayıp Ankara SBF’de “Tanzimat sonrası mahallî idareler” başlıklı teziyle akademik kariyerine başladığında, memleket sağ-sol kavgasına girişmiş, şiddet ayyuka çıkmış, yirmili yaşlarda gençler elde tabanca sokak ortasında patır patır birbirini öldürüyordu. Solcular memleketi “kurtaracak”, sağcılar da solcuların memleketi “kurtarmalarına” izin vermeyeceklerdi! Sabah bir solcuyu öldüren silah, akşam bir sağcıyı sokak ortasına seriyordu. Askerler uzun süre seyretti, tam kıvamını bulduklarında da “Ayşe tatile gitti” parolasıyla er meydanına çıkıp, “Savulun, mekânın asıl sahipleri geldi” deyip 12 Eylül 1980 darbesini yaptılar.
Darbeden bir süre sonra yeni bir çağ başladı; 1990’lı yıllarda Can Kozanoğlu bir kitap yazarak bu yeni döneme “Pop Çağı” dedi, pop çağı yeni bir “ateş” yakmıştı ve o “ateş” çok kısa sürede bacayı da sardı. Önce müzikte tezahür etmiş olan “pop” denilen şey, şimdi hayatın her alanında olduğu gibi sosyal bilimlere de sirayet ediyordu. “Pop sosyologlar” göründü gazetelerde, akademiden gelen ve en önemli temsilcisi Ertuğrul Özkök olan bu “yeni dönemin yazarları”, kısa sürede “eski muharrirlerin” pabucunu dama attı. Özellikle Özkök’ün yol verdiği yeni “life stil” yazarlar bize yeni bir hayat tarzı sunmaya başladılar. Hayat biçimimiz nasıl olmalı, boş zamanlarımızı nasıl değerlendirmeliyiz, neleri önemsemeli, neleri kulak ardı etmeliyiz, orgazmı geciktiren sebepler nelerdir, kişisel gelişimimiz için hangi kitaplar kana kuvvet, göze fer, batna ciladır, hangi fikirler bünyeye zarardır; evimizi nasıl döşemeliyiz, hobilerimiz neler olmalı, aşık olunca başımızı taşa mı vurmalı, yoksa kendimize mukayyet mi olmalıyız, hangi lokantada yemek yemeli, hangi berberde tıraş olmalı, hangi tür mahlûkla dostluk kurmalı, hangisinden uzak durmalıyız gibi pek mühim mevzularda hepimize rehberlik yapmaya başladılar. Sosyologlar bunu yapar da tarihçiler durur mu? Hepimiz tarihi Emin Oktay’ın kitabından öğrenmiştik ve Dandanakan Savaşı’ndan gına gelmişti hepimize. Oysa tarih zevkli bir uğraştı. Birkaç ölçek “pop”la hemhal kılınırsa tadından yenmezdi.
Birçok deneme yapıldı, birçok üstat-ı azam bu uğurda saçını beyazlattı, gözlük camını biraz daha kalınlaştırdı ama içlerinde sadece bir kişi fırlayarak günümüze kadar popülerliğini muhafaza etmeyi başardı; o da yeni “pop tarihçi” İlber Ortaylı’ydı.
“İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” dört başı mamur tek kitabıdır. Güzel bir isim seçmişti kitabına. Mete........
© Habertürk
