menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"Alfabe Lahitleri"nin içinde ne var?

86 0
01.06.2025

Feshane’deki geniş alana yayıldıkça yayılmış; bir sanatçının bu kadar eser yapabilmesi için yemeden içmeden, gezip uyumadan gece gündüz çalışması gerekir hissini veren Ahmet Güneştekin’in “Kayıp Alfabe” sergisinin hemen girişinde karşıma çıkan; memleketinden kaçarken yoluna çıkan engin denizlerin soğuk sularında önce umutlarını, sonra sevdiklerini, en sonunda da canlarını bırakan çaresiz muhacirlerin ruhumuza bir kâbus gibi çöken dramlarını, iki sert kayanın arasına sıkışıp kalmış bir bavulun can çekişmesiyle anlattığı o muhteşem eseri, gardımı almadan zalim bir yumruk gibi indi böğrüme. Olduğum yerde kalakaldım. Bir anda kendimi o iki kaya arasında ezilmiş bavul olarak gördüm. Aralarına sıkışmıştım. İki güç beni mütemadiyen eziyordu. Biri kaçmak zorunda olduğum vatanımın o sırada hali her neyse, -bu iç savaş olabilir, kendine benzer olanlardan başkasına hayat hakkı tanımayan totaliter bir yönetim olabilir veya başka bir şey-; öteki de varacağım yerde -o da varabilirsem eğer-, bana hemen kıymetsiz eşya muamelesi yapıp çöpe atacak herhangi bir Avrupa devleti… (Bunun böyle olacağını bildiğim halde henüz gerçeğe kendimi inandırmamışım.) Baş edilmesi mümkün olmayan iki kuvvet, mengene oldu, sıkıştırmaya başladı beni. Ben zavallı bir bavulum, içim bomboş… Sahibimin kıymetli, kırılacak eşyasının tümü kırık kalbiyle birlikte anayurdunda kalmış, içimde birkaç parça libas, bir de belki bir albüm, beni sıkıştıran iki azman mengene karşısında ne yapabilirdim ki; böyle çaresiz, böyle ezilmiş büzülmüş, böyle canı çıkmış, böyle nefessiz kalmaktan gayri...

Bavul olmaktan vazgeçtim. Bütün bu ağırlığı içime sığdıramazdım. Belli ki bu devasa alanda karşıma çıkacak olan her şeyle özdeşlik kurarsam eğer, serginin sonunu getiremeyeceğim.

En iyisi “Alfabe Lahitleri”nin önünde durup soluklanmak…

Şair İlhan Berk, “tacir” demişti alfabe için… Neyin “taciri”dir sahiden alfabe? Umudun mu, anlaşmanın mı, anlaşılmanın mı, neyin ticaretini yapıyor harfler ya şair? Her şairi bir harfe benzetmişti İlhan Berk ki Ahmet Haşim’i içe dönük olduğu için e’ye; Yahya Kemal’i belki alfabenin üçüncü harfi olduğu için c'ye benzetmiş; Necip Fazıl için “alfabe yeniden kurulmalıdır ve de harf dışı düşünülmelidir” demiş; Nazım Hikmeti de “resim güzelliğinde olduğu için s’ye” benzetmişti. Diğerlerini saymıyorum artık.

Harflerle beslenen büyücüler varmış fi tarihinde. Acıktıkça harf yiyorlarmış. Harf yedikçe daha çok acıkıyorlarmış. Şair de o büyücülerden, belli… Gördüğü her şeyi, eşyayı, nesneleri, doğayı her şeyi harf olarak görüyordu çünkü.

Ahmet de öyle… Ama Ahmet’in gördüğü bütün her şey, kayıp ama ne zaman kaybolduğu hiçbir harf büyücüsünün ki buna Yaşar Kemal de dahildir bilmediği bir alfabe…

Peki alfabe nedir? Bu sorunun cevabı da Sevan Nişanyan’dan… “Elif’in Öküzü”nde anlatır.

“Alfabe”nin geldiği “alfa, yani “elif”, Fenikecede “öküz” demekmiş. Her şeyin başı öküz yani… Yakın zamana kadar öküz Anadolu’da neredeyse en kıymetli varlıktı. Şaire göre kadınlarımızın sofradaki yeri bile ondan sonra geliyor, başköşe onundu. Bir Kürt halk şarkısında “çocukların babası” olarak geçer. O ölürse tekmil aile aç kalır çünkü. Öyle gerekli ve vazgeçilmez bir hayvandı ki hayatımızda “dünyayı bile boynuzları üzerinde taşır”dı. Anlayacağınız dünyanın bütün yükü öküzün sırtındaydı. “Alfa”, yani “elif” ona denmeyecek de kime denecek?

Bundan üç bin yıl kadar önce Fenikeliler icat etmiş alfabeyi. Nişanyan’ın verdiği bilgiye göre daha önce her biri basit bir kavramı ifade eden simge ve resimlerin 25 kadarını almışlar, her birini adının ilk sesini simgelemek için kullanmışlar. Öküz anlamına gelen “alep” “a” olmuş, ev anlamına gelen “bēt” “b”, cirit sopası anlamına gelen “gmel” “g”, “kapı” anlamına gele “dalıt” “d” olmuş. Fenikelilerin icadı komşuları Suriyeli Aramilerle İbranilere geçmiş, aynısını daha sonra Yunanlar taklit etmiş. Harflerin biçimleri değişmiş ama isimleri aynı kalmış. Arami ve İbrani alfabesinin ilk dört harfi “aleph”, “beth”, “gımel”, daleth”; Yunan alfabesinin ilk dört harfi ise “alpha”, beta”, “gamma”, “delta”… Arap alfabesi ise, Hazreti Muhammed’den 300 yıl önce çıkmış ortaya, onun esin kaynağı ise Aramicedir ki, Aramice bugünkü Süryanicenin atasıdır; Arapça harf isimlerinin “elif”, “ba”,”cim”, “dal” olmasının sebebi budur. Kelimeler, zamana kafa tutmak için başka anlamlara bürünür zamanla. Fenikelilerin 3 bin yıl önce “öküz” anlamına gelen Elif’i, bugün Türkiye’de doğan her on kızdan birine verilen muhteşem bir isimdir artık.

Özetle Mahir Ünsal Eriş’in “Babil Kulesi Kitabı”nda dediği gibi, “böylece Mısır hiyeroglifinin “öküz”ü, Fenikelilerin “Aleph”i, Süryanilerin “Alap”ı, İbranilerin “Alef”i, Arapların “Elif”i, Yunanların “Alfa”sı, Latin ve Kiril alfabesi kullanan ulusların “a”sı oldu ve bugüne gelindi.

Bir de kör ermiş Borges’in “Alef”i var. Onu şöyle anlatır “Alef” adlı hikayesinde Borges:“Son olarak iki gözlem daha eklemek istiyorum; birincisi Alef’in özü ikincisi adı üzerine. Bilindiği gibi Alef İbrani alfabesinin ilk harfidir... Kabala’da bu harf katışıksız hem de sonsuz olan tanrının, Soph’un başını tarif etmek için kullanılır. Alef’in hem göğü hem yeri gösteren bir insan biçiminde olduğu da söylenir, bu insan aşağıdaki dünyanın yukarıdakinin aynası olduğunu ifade edermiş...”

Kör muharririn derdi buradan yola çıkarak modern insanın iletişim serüvenini anlatmaktır. Bize, işaretlerini daha o zaman, 1945’te gördüğü bugünkü iletişimde varacağımız yeri göstermek. Bilgisayarın başına geçen herkes, dünyanın her yerinde istediği noktada........

© Habertürk