Ya da kıyamet yakındır!
Savaş konuşmak istemiyorum. Ama savaşı kâbus haline getiren nükleerden konuşmak fena olmaz…
Dünyada iki tür bilim insanı var nükleerle ilgili olan. Daha doğrusu dikkat çeken iki türden bahsediyorum. İkisinin de meseleye olan bağlantısı “aşk ile” başlıyor. İkisi de belli bir noktadan sonra ayrışıyor…
Yolların ayrıştığı nokta, nükleerin kontrollü kullanıldığında tamamen zararsız hatta mucizevi bir güç olduğuna inananların netliğinden başlıyor…
Öyle ki nükleer santral kazalarının sonraki kuşaklar üzerinde radyasyon kaynaklı ölüm yarattığına bile (kısmen) inanmıyorlar. İnanlar ise onlar için “Radyofobik” yani radyasyon korkusu olanlar…
Diğer grup ise basit bir hesapsızlığın ve yanlış ellerin kullanımında nükleerin caydırıcı değil, yok edici bir güç olduğunu ve aynı zamanda radyoaktif zehirlenmeden çok, güç zehirlenmesine yol açacağını savunuyor…
İki tarafta görüşlerinde radikal bir noktada duruyor. Antik zamanda “parçalanmaz” anlamına gelen atom, parçalandığına bilim insanlarını da böyle ayrıştırıyor işte…
Peki, hiç mi ortak yönleri yok. Var elbette. Dünyada yaşam ömrünü uzatacak en temiz enerji kaynağı nükleer. Ama yaşamı sonlandıracak en hızlı silah aynı zamanda…
Bırakalım bunları. “Bu savaş nükleer bir savaşa evrilir mi?” diye soruyorum her iki tarafa da. “İmkânsıza yakın” diyorlar. Çünkü biri düğmeye bastı mı, öbürü de basacak ve hoşça kal insanlık…
Gündelik hayatta sıklıkla nükleerden yararlanıyoruz. Radyoaktife maruz kalıyoruz. Yavaşça ölüyoruz ama toplu ve ani ölüm, işte orada değişiyor gidişat…
Özet geçecek olursak, şimdilik hakikaten cümlelerden füzelerin oluşturduğu nükleer bir kayıkçı kavgası yaşıyoruz. İki........
© Habertürk
