menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sürprizli bir ilk film: 'Gözlerini Kırp'

45 0
25.08.2024

Ele aldığı temaları, kafa yorduğu bazı meseleleri ve bazen de türünü uzun süre seyirciden saklamayı tercih eden sürprizli filmler vardır. Sürprizler açığa çıktıktan, hikâye yerine oturduktan sonra yaşanan olaylar kuşkusuz önemlidir. Ama böyle filmlerde benim için asıl belirleyici olan, olayların nereye doğru gideceğini bilmediğimiz anlarda olup bitenlerdir. İlk filmini yöneten Zoe Kravitz’in senaryosunu E.T. Feigenbaum ile yazdığı “Gözlerini Kırp” (Blink Twice), işte tam da bu açıdan, iyi yazılmış, iyi tasarlanmış bir film…

Sözgelimi, filmin açılış sekansındaki tüm imgeler, detaylar, bizi ikinci yarıda açığa çıkacak temalara ve alt metni görselleştiren metaforlara doğru götürüyor. Film bittiğinde ilk karedeki yılanın, hakikati temsil ettiğini anlıyoruz mesela. Ana karakter Frida’yı (Naomie Ackie) evinin banyosunda gördüğümüz açılış sahnesi, içinde birçok ipucu ve gösterge barındırıyor. Sadece, Frida’nın zengin iş insanı Slater King’e (Channing Tatum) duyduğu özel ilgiyi fark etmiyoruz. Banyo sahnesi, Frida’nın yaşam standartlarıyla, sosyal sınıfıyla ilgili kayda değer izlenimler içeriyor. Ki ilerleyen bölümlerde sınıfsal konum ve yaşam tarzları arasındaki büyük farklılığın hikâye için ne denli önem ifade ettiği açığa çıkıyor. Bu da bizi filmin alt metinlerinden birine götürüyor: Büyük aldanmaların ardında, lüks ve konfor içeren tatlı hayata duyulan özlem yatıyor. Ayrıca Frida’nın akıllı telefonunda gördüğümüz bazı imgeler, ilk yarıda çözemediğimiz gizemlerle ilgili ipuçları içeriyor.

Kokteyl garsonu Frida’yı mutfakta çalışırken gördüğümüz ikinci sahnede, şefi kokteyl daveti sırasında servis yaparken “görünmez” olması gerektiğini hatırlatıyor. Frida ise tam tersini arzuluyor. Sonraki sahnelerde, Slater ve diğer davetlilerle paylaştıkları mekânda görünür ve eşit olmak için ortaya koyduğu çaba, aslında hikâyeyi şekillendiriyor.

Filmin çok büyük bölümü, Slater’ın özel adasında geçiyor. Adada geçen sahneler, hikâye örgüsündeki kritik kırılma noktasıyla ikiye ayrılıyor. İlk bölümde, adaya davet edilmenin mutluluğunu yaşayan Frida ile mesai arkadaşı Jess (Aila Shawkat) görünür ve eşit olmanın tadını alıyor, daha önce hayalini dahi kuramadıkları “tatlı hayat”ı deneyimliyor, lüks ve konfor içinde yaşadıkları şahane bir tatilin içinde buluyorlar kendilerini. Açıkçası, bizim için de tuhaf bir deneyime dönüşüyor bu ilk bölüm. Sahneler, nerdeyse çatışmasız şekilde aktıkça ve “kafası hep güzel” mutlu insanlar gördükçe, filmin nereye doğru gittiğini kestirmekte zorlanıyoruz. Çünkü hiçbir filmin çatışmasız ilerlemeyeceğini ve sadece mutluluğu anlatmayacağını biliyoruz. O yüzden detaylara daha çok odaklanıyor, çatışmanın nereden çıkacağına dair ipuçları yakalamaya çalışıyoruz. İlerleyen bölümlerde ise çatışmasızlık dediğimiz bu durumun filmin en derin çatışması........

© Habertürk


Get it on Google Play