Türkiye'nin Paradoksu: Gerici pozitivizm
Siyasal ve toplumsal alana ilişkin bazı kavramlar yüzyılı aşkındır gündemimizde. İlerici, aydın, bilimsel düşünce, pozitivizm, çağdaşlık, modernlik gibi kavramlar çoğu zaman bağlamından koparıldı veya eleştiriden azade tutuldu. Bunlar, sorgulanamadığı için de doğal olarak zamanla yeni bir dogmanın, yeni bir vesayet sisteminin zeminini oluşturdu. Esasen, ortada çok büyük bir çelişki vardı. İlerici olanın yeniliğe, eleştiriye açık olması gerekmez miydi? Bilimsel olanın teknolojik gelişmelere alkış tutması beklenmez miydi? Ama Türkiye’de durum tam tersi oldu.
Öncelikle şunu açıkça ortaya koymak gerekir ki bu durumun kökeninde, Türk siyasetine sirayet etmiş katı, otoriter bir pozitivist anlayış yatıyor. Aydın ve ilerici olarak kendini adlandıran kesimlerin dünyanın en modern sistemi olarak şu an devam eden demokrasi ile olan imtihanı da işte burada başlıyor.
Pozitivizmin kurucusu Comte'un, toplumu yönetmek karmaşık bir bilimsel faaliyettir ve elitlere bırakılmalıdır. Halk kitleleri, duygularıyla hareket ettikleri ve karmaşık toplumsal yasaları anlayamadıkları için kendi kendilerini yönetemezler, şeklinde özetlenebilecek düşüncesi meselemizin özünü oluşturuyor.
Bu temel yaklaşımın halkın iradesini önceleyen demokrasi ile bağdaşmadığını uzun uzun yazmaya gerek yok.
Modern demokratik dünyanın gerisinde olma pahasına kendini bu pozitivist aksta gören insanlar, yine de kendileri için aydın ya da ilerici olma payesini elden bırakmadılar. Adı üstünde akılcıydılar ve bu avantajı elden bırakmak pek de akıllıca değildi. Ancak burada bir paradoksun varlığını ifade etmek ve bunun sürdürülebilir olmadığını anlatmak için gerici........
© Habertürk
