Yaşlılık geliyor hem de koşarak: Emek yoğundan bakım yoğuna doğru
Dünyada olduğu gibi Türkiye de sessiz ama sarsıcı bir demografik dönüşümden geçiyor. Bu dönüşümün iki temel bileşeni var. Hızla yaşlanan nüfus ve hızla düşen doğurganlık oranları. Artık bu mesele sosyolojik bir gözlemden öte ekonomik, toplumsal ve siyasal yapılarımızı kökten etkileyecek bir gelecek sorunu haline geldi.
➔ Türkiye, dünya ortalamasından çok daha hızlı yaşlanıyor. TÜSİAD’ın PwC ile birlikte hazırladığı Yaşlılık Politikaları Araştırmasına göre 2040 yılında her 6 kişiden biri 65 yaş üstü olacak. Dünya ortalamasında bu dönüm noktası 2050’ye denk gelirken Türkiye bu süreci 10 yıl daha erken yaşayacak.
➔ Raporda 65 yaş ve üzeri nüfusun toplam nüfusa oranının 2040’ta ’ye ulaşacağı öngörülüyor. Bu oran Türkiye’yi artık yaşlanan değil yaşlanmış toplumlar kategorisine taşıyacak.
➔ Ancak yaşlılık sadece rakamsal bir dönüşüm değil aynı zamanda sosyal bir çöküşü de beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Sağlıklı yaşam süresi azalıyor, yaşlıların mutluluk oranı düşüyor. 2016-2018 döneminde 65 yaşındaki bir bireyin sağlıklı yaşayacağı süre 6.6 yıl iken, bu rakam 2020-2022 arasında 6.3 yıla düştü. Üstelik yaşlı bireylerin y’u kronik hastalıklardan mustarip.
➔ Türkiye, Japonya’nın 25 yıl önce adım attığı patikada ilerliyor ama önemli bir farkla. Ne Japonya kadar zenginiz ne Almanya kadar kurumsallaşmış bir refah devletiyiz.
➔ Türkiye kişi başına gelir açısından hâlâ dünya zenginler ligine girmiş değil. Yaşlı nüfusun gelir kaynağı neredeyse tamamen emekli aylıklarına dayanıyor ve bu aylıklar çoğu zaman temel ihtiyaçları karşılamaya yetmiyor.
➔ Mevcut durum Türkiye’yi ‘hem yaşlı hem yoksul’ ülkeler kategorisine sürüklüyor. Bu, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve sosyal açıdan da büyük bir kırılganlık anlamına geliyor.
➔ Sosyal güvenlik sistemimiz büyük bütçe destekleri olmadan........
© Habertürk
