Dünden bugüne tarihsel olarak Sırp-Yahudi ortaklığı
Yani bunda ne var diye soranlar elbette olacaktır. Elbette her ülke istediğiyle ticaret yapabilir fakat Avrupa ülkelerinin İsrail’le ticari ilişkilerini askıya almaya başladığı, Filistin’in Avrupa devletlerince arka arkaya tanınma hamleleri yapılırken ve İsrail’e karşı başta ekonomik ve siyasi alanlarda olmak üzere tam teşekküllü bir izolasyona hazırlandığı bir süreçte kendi de bir Avrupa ülkesi olan Sırbistan’ın bu tavrı elbette ki çok enteresan olarak karşılanacaktır.
Ama elbette ki Belgrad’la Tel-Aviv’in arasındaki ilişkilerin derinliğini incelediğimizde bütün bu olanların tesadüf olmadığını görebiliriz çünkü iki ülke arasında İsrail tarafından 2020’de alınan Kosova’yı tanıma kararının dahi sabote edemediği sağlamlığa ve derinliğe sahip bir İsrail-Sırbistan ilişkileri mevcut.
Şimdi hep birlikte iki tarafın arasındaki bu denli sarsılmaz bağların olduğu diplomatik ilişkilere mercek tutalım:
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Sırbistan’ın başkenti olan Belgrad’daki ilk Yahudi varlığıyla alakalı bilgilerin 13.yüzyıla kadar uzanmakta olup Yahudilerin Belgrad’a ilk defa İtalya’dan ve o süreçte çiçeği burnunda Osmanlı’nın himayesine yeni girmiş ve bu münasebetle Ahi Cumhuriyeti’nden sonra Türk devlet nizamının cumhuriyet idaresiyle ikinci defa temasını sağlayan ve Osmanlı himayesinde 1808’deki Napoleon işgaline kadar güvenle varlığını sürdürecek olan Ragusa Cumhuriyeti’nin başkenti Dubrovnik’ten göç ederek geldikleri tarihi kaynaklarca doğrulanmıştır. İtalya ve Dubrovnik’ten Belgrad’a göç eden Yahudilere zamanla yenileri eklenmiş, Belgrad’a yönelik ikinci Yahudi göçü dalgası Macaristan ve Yahudilere dönük bir soykırım politikasının yürütüldüğü İspanya’dan gerçekleşmiştir.
15. ve 16. yüzyıllarda başta Belgrad’da olmak üzere Balkanlar’daki Yahudi cemaati oldukça genişledi. Balkan Yahudilerinin bir kısmı din ve vicdan hürriyeti üzerine bir anlayış benimsemiş ve gayrimüslimlere karşı hoşgörülü politikalar izleyen Osmanlı topraklarında yaşarken bir kısmı da Habsburg Hanedanı’nın egemenliğinin arefesinde II. Joseph tarafından kendilerine inanç hürriyetinin tanınmasından ötürü Avusturya dolaylarında yaşıyordu.
Osmanlı ve Avusturya topraklarında sahip oldukları din ve inanç hürriyeti, Balkanlar’daki Yahudi cemaatinin gerek nüfus yoğunluğu gerekse pek çok stratejik başlıklarda Hristiyan ve Müslüman halklarla eşit bir ağırlığa erişmelerini, hatta bazı konularda Hristiyan ve Müslüman çevrelerden daha güçlü hale gelmelerini sağladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kültürel özerklik kazanmayı başaran Yahudi cemaatinin nüfusu 1939 yılına gelindiğinde 10.000 civarındaydı.
Holokost sürecinin yaşanması ve buna ek olarak........
© Haberton
